Pazartesi günü Ankara’da 6 siyasi partinin “yeni bir toplumsal hareketin” manifestosunu kamuoyuna sundukları buluşma, manifestonun içeriğinden daha da önemlisi “Dünün değil, Bugünün değil, Yarının Türkiye’si” iddiası ile öne çıktı. Bu iddia AKP’nin 20 yılda yarattığı ideolojik politik hegomanyaya bir meydan okumaydı. Bu meydan okumanın belki de en önemli yanı iktidarın ısrarla öne çıkardığı “ortak bir düşman yaratma” çabasının tersine “ortak bir gelecek hayali” kurma isteği ve ısrarıydı…
Benim de toplantı salonunda izlediğim bu meydan okuma bir politik duruşun meydan okumasıydı. Toplantıda alfebatik sırayla oturan, manifestoyu aynı sırayla okuyan CHP, DEVA, Demokrat Parti, Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi temsilcileri kutuplaşma dışında farklı eğilimlerin yan yana gelebileceğini, Yarının Türkiye’sini bugünden kurmak için asgari müştereklerde ortak bir bildirge açıklayabileceklerini göstermesi açısından önemliydi. Nitekim salonun bileşimi de bunu yansıtıyordu. 6 parti yöneticilerinin, farklı eğilimleri temsil eden sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin ve tabi çok geniş bir temsiliyetle toplantıda yer alan gazetecilerin karşılıklı diyalogları kutuplaşmadan uzaklaşan ve “normalleşen” bir Türkiye’nin yanıysan fotoğrafı gibiydi. Ve bu öyle bir fotoğraftı ki, normalleşen bir Türkiye isteği sanki toplantıya katılan tüm insanların yüzünde hem bir tebessüm hem de bir heyecan olarak yansımış ve salonda bir tek asık suratlı kişi kalmamıştı…
Farkı siyasi eğilimlerin yan yana gelebileceğini yaşayarak gördüğümüz ve dünya siyasal tarihine de Şili’den Lübnan’a, Fransa’dan Hong Kong’a kadar birçok yere örnek olan 2013 Gezi eylemleri ile başlayan süreç, 2017’de önce Anayasa Referandum’undaki “Hayır” kampanyasına sonra Adalet Yürüyüşü’ne, daha sonra da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önemli hamleleriyle 2018 Genel Seçimleri’ne ve 2019 Yerel Seçimleri’ne yansımış, AKP’nin büyük şehirlerde yenilgisinin zemini hazırlamıştı. 28 Şubat’ta çerçevesi daha belirgin hale gelen bu buluşma açıkladığı metinle de ruhu itibariyle de 6 siyasi partiyi aşan bir buluşmaydı.
Neredeyse bir yıla yayılan ve bir ilk olan bu buluşma gecikmiş olmasına rağmen önemliydi. Kamuoyu yoklamalarına, hak talebi eylemlerine ve zamlara karşı yükselen seslere bakıldığında seçmenlerin önemli bir bölümünün bu birlikteliği ısrarla istediği açıkça görülüyordu. Seçmen sanki bu ısrarda siyasi partilerden birkaç adım daha öndeydi. Seçmenin değişim ve yeni bir siyasal iklim isteği her yere yansıyordu. Tarkan’ın şarkısının çok kısa sürede milyonlarla buluşması ve heyecan yaratması da bunu gösteriyordu…
Demokrasi ve demokratik bir kültürel gelenek yaratmaya direnen siyasal süreç Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bu sürece daha da büyük zarar vermişti. Türkiye ilerleyeceğine geriliyordu. Nitekim CHP’nin 1959’da yayınladığı ve Türkiye siyasal tarihinin en önemli siyasi belgelerinden biri olan “İlk Hedefler Beyannamesi”nin üzerinden 63 yıl, devletin demokratikleşmesi açısından çok önemli olan 1991 DYP-SHP Hükümet Protokolü üzerinden 31 yıl geçtikten sonra, 2022’de benzer bir “demokratikleşme beyannamesi” yayınlamak başka bir açıdan bakıldığında Türkiye’nin demokratikleşme anlamında ilerlemediğini tersine gerilediğini gösteriyordu!
Bu gerçeği bilerek değiştirme iddiasında bulunmak, kutuplaşmadan uzaklaşan diyalogu önceleyen yeni bir siyasal iklim istemek, “sorunların çözümünü demokratik siyasetin alanında, çoğulculuk ve katılımcılıkla görmek, güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem” istemek ve bunu “geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz, demokratik laik hukuk devleti çoğulcu toplum düzeninin de temelidir” iddiası ve öngörüsüyle buluşturmak bu yan yana gelişi daha da önemli hale getiriyordu.
Devletin demokratik dönüşümünde, kuvvetler ayrılığında, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinde, temel hak ve özgürlüklerde, yargıda, Sayıştay ve Yargıtay’da, kadın haklarında önemli ve özgürlükçü belirlemeler yapan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” manifestosunun ruhu özgürlükçü bir ruhu yansıtıyordu. Ancak bu ruh belli ki AKP’nin 20 yıllık ideolojik-politik hegomanyasının da etkisiyle Kürt meselesi başta olmak üzere, laiklik gibi iki önemli meseleyi manifestoya yeterince yansıtamamış. Aynı gerçek, toplantıda okunurken en çok alkış alan kadın hakları bölümünde İstanbul Sözleşmesi vurgu yapılamaması için de maalesef geçerliydi…
Bu ve benzeri eksiklikler, “Yarının Türkiye’si’ni bugünden kurmak” iddiasındaki bir birliktelik için önemsiz değil, tam tersine mutlaka üzerinden konuşulması ve aşılması gereken bir gerçeklik olsa da, bu gerçeklik manifestonun bütünlüğünü ve ruhunu ortadan kaldıracak bir tartışmaya zemin oluşturmamalı. Çünkü bu buluşma “hayır olmaz, yapamazlar” diyenlere inat “evet olur, bir araya gelinir ve birlikte yürünür” diyenlerin “Yarının Türkiye’si” için bir meydan okumadır!
Şimdi bütün beceri salondaki heyecanı ve söylemi, salonda ve kitapçıkların sayfaları arasında bırakmadan cüretkar bir şekilde “demokratik laik hukuk devleti “ iddiasını bütün Türkiye’ye taşımak, Türkiye’yi hak ettiği yeni bir siyasal iklimle buluşturmaktır!