Seçimlerin üzerinden yaklaşık üç ay geçti. CHP başta olmak üzere bir bütün olarak muhalefet 28 Mayıs akşamından bu yana süreci iyi yönetemediği, özeleştiri veremediği ve ortaya yeni bir yol haritası koyamadığı için yalnızca ciddi bir muhalefet boşluğu oluşmadı aynı zamanda değişim isteyen 25 milyon 500 bin muhalif seçmende siyasete karşı küskünlük ve “apolitikleşme” arttı, kendi yöneticilerine karşı da öfke büyüdü!
Bu gerçek iktidarın psikolojik üstünlüğünü büyütmekle kalmıyor, yerel seçimlere 8 ay kala iktidarın “alternatif medyasız ve muhalefetsiz bir Türkiye” planının uygulamasının da önünü açıyor. Örneğin, muhalefetin taşıyıcı gücü CHP’de ideolojik-politik eksenden kopuk, parti içi iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen tartışmalar kişiler üzerinden bir iç hesaplaşmaya dönüşürken doğal olarak iktidar güçleniyor, CHP ve bir bütün olarak muhalif yapılar zayıflıyor!
Zam fırtınası eserken, ormanlar yağmalanırken, hukuksuzluk artarken, yoksulluk derinleşirken meydan okumanın da adresi maalesef değişiyor. İktidara karşı yapılması gereken meydan okuma en yakınındakine yapılıyor; Mahallede delege seçimlerinde de, ilçe kongrelerinde de, siyasi ve kültürel olarak birbirine en yakın olan kişiler bu yakınlıklarını unutup birbirlerine meydan okuyorlar. Oysa siyasi meydan okuma yapılacaksa bunun adresi çok açık ki, mevcut iktidardan başkası değildir!
Muhalefet partilerinde de durum farklı değil: İktidar orta yerde dururken, değişim için yola çıkan muhalefet partilerinin hem birbirlerine ama özellikle de CHP’ye yönelik “sert” kavramının bile hafif kalmasına neden olan eleştirilerin arka planında da bu var, çünkü en kolayı en yakınındakine dövmektir!
Can Atalay’la, Merdan Yanardağ’la, Barış Pehlivan’la ya da Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la yeterince ve güçlü bir dayanışmanın örgütlenememesinin arka planında da bu yatıyor.
Türk televizyon tarihinin televizyon kapatmalar hariç en ağır cezalarından birini alan ve 7 gün karartılan TELE1’e yönelik yeterince dayanışma gösterilmemesinin nedenlerini de burada aramak gerekir.
Seçim yenilgisi CHP’den İYİ Parti’ye, Yeşil Sol Parti’den TİP’e kadar muhalefetin “insicamını” bozduğu için ciddi bir ideolojik-politik ve tabi örgütsel hesaplaşma yapmak yerine bir başkasını suçlamak ve ondan uzak durmak işin en kolayı oluyor!
Muhalefetin en büyük partisi olan CHP’yi eleştirmek ve suçlamak kolay ama kimse dönüp kendi başarısızlığını sorgulamak istemiyor. Eğer CHP’nin daha solunda ya da daha sağında güçlü bir alternatif şekillenmiş olsaydı, emin olun CHP bu kadar tartışılmazdı.
CHP dışında daha güçlü bir siyasi çekim merkezi ortaya çıkmayınca bütün günahın sorumlusu kaçınılmaz bir şekilde CHP oluyor! Bu gerçeği sorgulamadan muhalefetin ortak krizini aşmak mümkün olmaz ve biz hem içerde hem de dışarda CHP’yi dövüp dururuz!
Oysa yaşayarak test edilmiştir ki, CHP dışında muhalefete dair her pozitif hamle yalnızca CHP’yi değil, demokrasi mücadelesini büyütmüştür. 1980 öncesi Türkiye devrimci hareketin hem sokaktaki, hem de düşünsel anlamda ideolojik-politik gücünün CHP’yi daha sola çekmesi ve CHP’nin 1977 genel seçimlerinde yüzde 42, aynı yılın yerel seçimlerinde yüzde 48 alması tesadüf değildi. Aynı şekilde 2015 seçimlerinde Selahattin Demirtaş’lı HDP’nin sol, sosyal-demokrat çıkışının CHP’yi kendi tarihsel sürecindeki en etkili sol seçim bildirgelerinden biriyle buluşturmuş ve çok önemli bir seçim bildirgesini ortaya çıkarmış olması da tesadüf değildi…
Muhalefet cephesinde politik ve düşünsel bir eksende yürümeyen tartışmaları bir an önce yapıp tüketmek ve yeniden ayağa kalkmak gerekiyor. Bunu da en önce CHP yapmalıdır!
CHP’nin bunu yapabilmesi için parti içi demokrasiyi bitiren, yetişmiş kadroları tasfiye eden, çözümü sağda arayan her dönemin daimi milletvekilleri ve yöneticilerine “susun ve kenara çekilin” diyecek parti vicdanı hareket geçmelidir!
Çünkü 1 milyon 300 bin üye ve 14 milyona yakın seçmenle Avrupa’nın birçok ülkesinin nüfusundan daha büyük bir seçmen kitlesine sahip CHP’nin devasa gücü kendilerini “partinin olmazsa olmazı” gibi gösteren 20-25 kişiden büyüktür!
“Partinin vicdanı” suskunluğunu bozup harekete geçerse, toplumsal vicdan da harekete geçer. CHP’nin niceliksel ve niteliksel devasa gücü yeni yüzlerin bir adım öne çıkmasına yol açmakla kalmaz, hem CHP’de hem de ülkede yeni bir heyecan uyandıracak program, tüzük ve kadro yenilenmesi sağlar, yeni bir siyasal kültürün önünü açar!
Üstelik bunun için, 1959 ‘İlk Hedefler Beyannamesi’, 1973 ‘Ak Günler’, 1989 ‘Onurlu, Sağlıklı, Varlıklı Bir Türkiye’ ve 2015 ‘Yaşanacak Bir Türkiye’ bildirgeleri gibi çok güçlü ideolojik-politik bir zemin de var!
En yakınımıza meydan okumaktan vazgeçtiğimiz an, aklınıza gelen her alanda Cumhuriyet aydınlanmasından etkilenen ve onu sürdüren örneğin hukukta, ekonomide, akademide, sanatta, sinemada, edebiyatta yeni bir siyasi başlangıç için feyz alacağımız müthiş gücü de görürüz: Hadi yaşayanları örnek vermeyeyim ama emin olun, asıl meydan okumamız gereken siyasi iktidarın Mustafa Kemal’i, Nazım Hikmet’i, Deniz Gezmiş’i, Yılmaz Güney’i, Yaşar Kemal’i, Uğur Mumcu’su, Turan Dursun’u, Musa Anter’i, Hrant Dink’i, Aşık Mahsuni’si yok!
Ayağa kalkmak için daha ne olsun?
Düşünsel güç, model alınacak onlarca isim ve değişim istemiş 25 milyon 500 bin seçmen!