Lütfü Türkkan’ın küfrü üzerinden iktidar elinden gelse bir iç savaş çıkartacak! Küfrü eden Lütfü Türkkan’ın özür dilemesi, görevinden istifa etmesi, İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in “Lütfü Türkkan bir hata yaptı, hislerine yenik düştü. Elbette bunu mazur görecek değiliz” dese de Erdoğan ve Bahçeli cephesinden tehditler ve el salamlar havada uçuşuyor…
Erdoğan “”Gördüğünüz gibi neresinden tutsanız rezillik, terbiyesizlik, alçaklık olan bir skandalla karşı karşıyayız… Bu adamın bu parlamentonun içerisinde yeri olamaz. Bunun milletvekilliği düşsün istiyoruz” derken, Bahçeli de, “Bu edepsizlik, bu ahlaksızlık, bu kansızlık; hepimizin yüreğini dağlamıştır. İP Başkanı yaptığını bulacak, ettiğini çekecektir” diyor…
Belli ki, çaresizliği artan ve panik içinde davranan iktidar bloku, işin içinde şehit yakını da olunca bu konuyu köpürttüğü kadar köpürecek, becerebildiği oranda gündemde tutacak. Sanki bu konuda şehide “kelle” diyen kendileri, İstanbul Şehit Anaları Derneği Başkanı Pakize Alp Akbaba’yı Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla yargılayan kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Yani her konuda olduğu gibi iktidar bu konuda da kendi çift standartlarını devreye sokuyor, ikiyüzlülüğünü bir kez daha ifşa ediyor, tıpkı Profesör unvanlı Hayrettin Karaman örneğinde olduğu gibi…
Lütfü Türkan’ın ettiği küfrü “gündem” yapan, işi neredeyse bir milli meseleye dönüştüren Erdoğan ve Bahçeli, aynı gün gündeme düşen ve milyonlarca Aleviyi doğrudan hedefe koyan Hayrettin Karaman’ın “Alevi bir gençle Sünni bir kız evlenemez” fetvasını değil konuşmak, duymak bile istemiyorlar!
Peki neden?
Erdoğan ve Bahçeli’nin inançlar arasında, daha somut bir ifadeyle Sünnilerin Alevilere yönelik kinini ve nefretini körükleyen, hedefe koyan, ayrıştırmayı büyüten, saldırıya zemin hazırlayan ve bölücü olan bu sözlere (siz “fetva” diye okuyun) sessiz kalmasının birinci nedeni Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın iktidarın akıl babası olmasıdır! İktidarın amiral gemisi Yeni Şafak Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Hayrettin Karaman iktidarın “akıl babası” olunca vasfı da yalnızca yazarlıkla sınırlı değil: O aynı zamanda 12 Eylül’ün fikri öncüsü Aydınlar Ocağı üyesi, MÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu üyesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’nde Meclis Üyesi ve Vakıf Katılım Bankası’nda Danışma Komitesi Başkanı…
ALEVİ SORUNU BİR SÜNNİ SORUNUDUR!İktidar blokunun bu kadar görev verdiği, misyon yüklediği Hayrettin Karaman’ın milyonlarca Aleviye yönelik kin ve nefret dolu, bölücü ve hedefe koyucu sözlerine sessiz kalmalarının ikinci nedeni ise “aynı zihniyeti” paylaşıyor olmalarıdır! Çünkü bu zihniyet her alanda çifte standarttan beslenir; Bu zihniyet için “şehitmiş, vatanmış, ülkenin bekasıymış” işlerine geldiğinde anlamlı, gelmediğinde anlamsızdır, tıpkı inanç özgürlüğü gibi, eşit yurttaşlık gibi…
Tersi olsaydı, iktidar Hayrettin Karaman’ı da kamuoyu önünde mahkum eder, Hayrettin Karaman’ın uzunca bir süredir “yüz ünlü yalan“ arasına giren “beni yanlış anladınız, benim de Alevi dostlarım var“ yalanına itibar etmez, hakkında hemen nefret suçundan dava açardı. Ancak, “Alevilerin katli vaciptir” diyen Şeyhülislam Ebusuut Efendi’yi “örnek insan, büyük alim” diye gösteren Erdoğan’ın “Alevi bir gençle Sünni bir kız evlenemez” fetvasına tavır alması düşünülemeyeceği için Alevilere yönelik hakarete cezai ve maddi yaptırım uygulanmadığı, kamuya açık alanlarda bu iftiralar, hakaretler teşhir edilmediği için hakaret edenlerin yalnızca ismi değişiyor, hakaretler ise devam ediyor. Üstelik Alevilerin hiç bir sorumluluğu olmayan bu gerçek bir“ Alevi sorunu“ olarak sunuluyor…
Çok açık yazmak gerekir; Ortadaki sorun bir “Alevi sorunu” değildir! Hayrettin Karaman şahsında cisimleşen ama çok geniş bir alıcısı olan bu “sorun“ asıl olarak bir “Sünni sorunudur”. Çünkü Alevilerin talepleri dahil, bizim coğrafyada Alevilerin yarattığı bir tek sorun yoktur. Ortadaki bütün sorunlar, inkar, nefret, kendine benzetme çabası üzerine oturan Sünni egemen zihniyetin kendi yarattığı sorunlardır. Eşit yurttaşlık hakkı da, Cemevi statüsü de, zorunlu din dersleri uygulaması da, Madımak katliamı da sistem tarafından yaratılmış ve uygulamaya sokulmuş gerçeklerdir!
Nitekim bu zihniyet, ancak toplumu bölerek ve düşmanlaştırarak gücünü koruduğunu bildiği için kendi yarttığı sorunu, yine kendi yarattığı ve yaydığı yalanları, iftiraları bilerek, isteyerek ve planlayarak devreye sokar. Yani Şeyhülislam Ebu Suut Efendilerden bu yana, 600 yıldır yaydıkları“Alevinin kestiği yenmez, kapısının önünden geçilmez, kız verilmez“ ve “Mum söndü“ iftiralar tesadüfen ortaya çıkmaz! Yaygın kanaatin ve algının aksine “cahillerden başlayarak“ aşağıdan yukarıya çıkmaz, “alimlerden başlayarak“ yukarıdan aşağıya yayılır, hem de devletin en tepesinden, dün Şeyhülislamlık makamından bugün de Diyanet ve bilimum tarikat tarafından!
Bütün bunları yan yana düşündüğümüzde Hayrettin Karaman’ın söylediklerinin maalesef “yeni“ olmadığını Hayretin Karaman‘ın da “yalnız“ olmadığını ve bilerek görmezden gelindiğini görürüz. Tersi olsa, Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı ve tabi İçişleri Bakanı ortalığı “yıkardı“!
Bu yaklaşıma itiraz eden bir yaklaşım olsa, yapılması gereken bellidir: Hayrettin Karaman’a hemen nefret ve bölücülük suçundan dava açmak, hem bu zihniyeti hem de bu zihniyetinin bir yansıması olan “İslam’da cami ve mescit dışında başka bir ibadethane yoktur“ diye Yargıtay’a “bilirkişi“ olarak görüş bildiren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaklaşımını kamuoyu önünde mahkum etmektir!
Böyle bir yaklaşım olsa, Türkiye’de sistem, Anayasa’da yer alan “eşit yurttaşlık” kavramını sokağa, dini de devletin kurumsal yapısı dışına taşır, laikliğe hayat hakkı tanır ve ortada “Alevi sorunu” diye bir sorun kalmaz! İşte o zaman, hem Hayrettin Karaman gibilerin esamesi okunmaz hem de 16 Yüzyıldan bu yana devam eden “Sünnileştirilmiş bir Alevilik” yaratma sevdası da biter. Olması gereken budur!