Bugün Gazi Meclis TBMM’nin açılışının 104. yılını kutluyoruz. TBMM Türklerin toplumsal ve siyasal tarihinde “mili egemenlik” ilkesinin uygulandığı bir başlangıçtır. O günlerin söylemiyle, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin gerçekleşmesidir.
I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşması, 30 Ekim 1918’de imzalamıştır. 14 gün sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul İngiliz, Fransız, İtalyan kuvvetleri tarafından işgal edildi. Osmanlı padişahının yaşadığı başkent İstanbul işgal altındaydı. Sokaklarında İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri devriye olarak dolaşıyor, tüm stratejik noktalar denetim altında tutuluyordu...
İstanbul’da çalışmalarını sürdüren son Osmanlı Meclisi, 16 Mart 1920’de İngiliz askerleri tarafından basıldı, milletvekilleri tutuklanarak Malta Adası’na sürgüne gönderildi.
Ankara’da bulunan Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de tüm Anadolu ve Trakya’ya gönderdiği bildiride seçim yapılmasını, seçilecek milletvekillerinin Ankara’ya gelmesini “olağanüstü bir Meclis” toplanmasını ve “milletin kaderine el koymasını” istedi.
Tüm Anadolu’da sandıklar kuruldu, halk iradesini temsil edecek milletvekilleri seçildi. Temsilciler Ankara’da toplandı ve 23 Nisan 1923’te TBMM çalışmalarına başladı.
31 Mart 2024 yerel seçimleri sonrası, bugünlerde Cumhuriyetin sandıkta kurulmadığı gibi dayanaksız iddialar ileriye sürülmüştür. Oysa Nisan 1920’de tam 104 yıl önce, halk iradesi Anadolu’nun dört bir yanına kurulan sandıklarda oluşmuştu. İdeolojik planda Milli Mücadele’nin öncü ilkesi “millet egemenliği” gerçekleşiyordu.
TBMM kuruluşu, yetkileri, işleyişi, toplumsal ve siyasal oluşumu yönünden de demokratik ilkelere dayanıyordu.
Kayıtsız şartsız millet egemenliği, 1921 Anayasası’nda şöyle belirtilmiştir: “TBMM’nin idare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır.” (md.1)
Seçimle oluşan Meclis’te asker, sivil, bürokrat, çiftçi ve yerel önderlerden oluşan halk vardı. Tüm katmanlar temsil ediliyordu.
Olağanüstü zor koşullara karşın özgür düşünce ve eleştiri en güçlü bir biçimde uygulanıyordu. TBMM, Milli Mücadele’yi, bağımsızlık savaşını demokrasi ilkelerine bağlı kalarak yönetiyordu. Prof. Dr. Bülent Tanör, “Kurtuluş Kuruluş” kitabında bu durumu “savaş demokrasisi” deyimiyle anlatır. (s.124)
Meclis’e atanmışlar değil, seçimle gelen halk temsilcileri egemendi. Tüm yetkiler Meclis’te toplanmıştı. Halkın gerçek temsilcileri anayasa hukuku kuramına göre bir “kurucu iktidar” yetkisiyle çalışıyorlardı. Sorunlar demokratik ilkelerle saatlerce, günlerce süren tartışmalarla çözülüyordu.
TBMM, demokrasinin ana kurucusu durumundaydı. TBMM, sadece kurtuluş için, bağımsızlık için yabancı işgal güçleriyle savaşmak durumunda değildi, aynı zamanda bir iç savaş ortamındaydı. Bir yandan dış işgal güçleri, öte yandan iç savaş ve İstanbul’daki işbirlikçi hükümetle mücadele etmek zorundaydı.
Her 23 Nisan’da Mustafa Kemal’le Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi arasında geçen çok önemli bir konuşmayı hatırlarım ve çok heyecanlanırım. Bu 23 Nisan’da da bu konuşmayı anımsadım ve özellikle okuyucularımızla yeniden paylaşmak istiyorum.
İstanbul’da işgal sürecinin şiddetlenmesi, Meclis’in basılması, milletvekillerinin ve aydınların tutuklanması karşısında Ankara’ya yöneliş başladı. Meclis başkanı Celalettin Arif, ünlü yazar Halide Edip, Dr. Adnan (Adıvar), Yeni Gün gazetesi başyazarı Yunus Nadi, Sinop milletvekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Albay İsmet Bey (İnönü) gibi kişiler Ankara’ya yöneldiler.
Ankara’ya gelenler, aslında yıkık dökük, cılız, asker ve ordusu olmayan bir Ankara ve onun Kuvayı Milliye önderiyle karşılaştılar. Gelenlerin kafalarında bir düşünce vardı... Evet Meclis açılacak ancak önce ordu kurulsa daha iyi olmaz mı?
İstanbul işgal altında, İzmir ve Ege işgal altında, Adana, Urfa, Antep işgal altında “Önce ordu kurulsun” diyenler temelde bu gerçekleri öne sürüyorlardı.
Ancak Mustafa Kemal’in görüşü her şeyden önce Meclis’in açılması ve çalışmalarına başlamasıydı.
Bu zor durumun yanıtları Yunus Nadi’nin Kurtuluş Savaşı Anıları adını taşıyan kitabında veriliyor. Yunus Nadi, Mustafa Kemal’le Meclis açılmadan önce yaptığı konuşmada, bu konuları Atatürk’e açıkça belirterek “Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey ordunun yokluğudur. Eğer elimizde dayanacak bir ordumuz olmazsa bütün bu güzel düşünceler ve nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir” diyordu. Açıkçası “Önce meclis mi yoksa önce ordu mu” sorusu en yakıcı konuydu.
Mustafa Kemal, Yunus Nadi’ye, “Yunus Bey, aramızdaki en önemli fark şudur: Meclis nazariye (teori) değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Bana göre önce Meclis, sonra ordu olacaktır” demiştir. Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye’yi halkla birlikte yürütmek ve “ulusal iradeyi” egemen kılmak istiyordu. (Bkz. Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları)
Mustafa Kemal, 100 yıl önce, “milli egemenlik”, “halk iradesi”, “seçimle oluşan meclis” gerçeğini görmüş ve önce Meclis’in kuruluşunu sağlamıştı. “Önce ordu kuralım, sonra meclisi oluştururuz” diyenlere Mustafa Kemal “Önce meclisi kuracağız” diyordu. “Meclis teori değil, en büyük gerçektir” diyordu.
Meclis’in açılış günlerini tekrar anımsayalım:
İzmir ve tüm Batı Anadolu, Yunan askeri birlikleri; Adana, Maraş ve Urfa, Fransız askeri güçlerinin işgali altındaydı. İstanbul İngiliz, Fransız, İtalyan askeri güçlerinin işgali altında ve padişah da bu güçlerin denetimi altındaydı. İşte bu koşullarda 104 yıl önce TBMM, 23 Nisan 1920’de açılıyor ve çalışmaya başlıyordu.
Seçimle oluşan Meclis’in çalışmaya başlaması, Milli Mücadele’yi yepyeni bir aşamaya, halkla bütünleşen bir düzene taşımıştır.
Milli Mücadele artık halka dayalı bir Meclis’le yürütülecektir. Bu karar Mustafa Kemal’in dehasının, ileri görüşünün bir ürünüdür.