1960/70’li yıllarda Türkiye eğitim seferliğine girmişti.
Daha doğrusu, Batı’da öne çıkan ve toplumları etkileyen düşünce ve ifade özgürlüğü, bilime dayalı eğitim politikaları, gelişen teknoloji, arkası arkasına gelen yeni buluşların insana ve ülkelere olan etkileri farklı bir dönemin habercisi olmuştu…
Soğuk Savaş’ın yarattığı kapitalist ve sosyalist bloklaşmalar toplumları, yaşam biçimlerini yeniden şekillendirmek adına müthiş bir rekabet ortamına soktu!
Her iki blok da, yarışı ancak bilgi ve akılcı eğitimin yetiştirdiği insanlarla kazanacağını biliyordu… Bu nedenle yüksek öğrenim/üniversiteler çok önemli bir güç haline geldi.
Batılı üniversitelerle yarışan Türkiye, sayısı az olan bazı kurumları aracılıyla yarışın içinde yer almıştı…
Ankara Üniversitesi siyasal ve hukuk fakülteleri, ODTÜ, İstanbul Tıp Fakültesi ve İTÜ uluslararası ailede saygındılar!
Bu değerli üniversitelerin yanı sıra İstanbul’da ABD menşeili Robert Kolej ayrı bir yer tutuyordu.
Amerikalı eğitimci ve mimar Cyrus Hamlin ile Amerikalı tüccar Christopher Rheinlander Robert, 16 Eylül 1863’te bir araya gelerek Bebek’te Robert Koleji adıyla bir kolej açmıştı.
Bu kolej, ABD dışındaki ilk Amerikan koleji olarak kayıtlara geçti ve eğitime dört erkek öğrenciyle eski ahşap bir binada başladı.
Daha sonra, gerek uyguladığı eğitim sistemi gerekse ders veren akademisyenlerin yetkinliğiyle Türkiye’nin değerli eğitim kurumu haline geldi ve yurdun her yanından başarılı öğrencilerin girmek için yarıştığı bir okul oldu!
Yüksek öğrenimde önemli bir noktaya erişmiş ve gerçekten “yerli ve milli” olan dönemin Yönetim Kurulu, Robert Koleji’nin Türkiye Cumhuriyeti devletine ait bağımsız bir üniversiteye dönüştürülmesi için dönemin hükümetine başvuruda bulundu.
TBMM, okulun devlete geçişi hakkındaki yasayı çıkardı…
20 Eylül 1971’de Robert Koleji ile Amerikan Kız Koleji birleştirilerek Boğaziçi Üniversitesi’ne (BOUN) dönüştürüldü.
İlk rektör kendi bünyesindeki akademisyenler arasından gelen Prof. Abdullah Kuran’dı.
BOUN, sahip olduğu kampüsleri, kütüphaneleri, laboratuvarlarıyla ve Türkiye’nin en iyi akademisyenleriyle kısa dönemde dünya çapında bir üniversite oldu!
Yetiştirdiği öğrencileriyle özellikle, düşünce, bilim ve ekonomi dalında ve özel sektör yönetimi kulvarında Türkiye’yi dünyada tanıtan bir kurum haline geldi…
Boğaziçi Üniversitesi’nde demokratik, katılımcı, özerk ve özgürlükçü üniversite yönetim modeli uygulanmaktaydı. Rektör seçimle iş başına gelirdi.…
Temmuz 2016’da AKP’nin istemediği, en yüksek oyla ikinci kez seçilen Gülay Barbarasoğlu’nun atanması bekletildi.
Ta ki Olağanüstü Hal bahane edilerek Rektör Atamalarını CB.Bşlığına veren KHK çıkana dek!..
Şimdi; Üniversite dışından gelen, AKP milletvekili adayı olan ve akademisyenliği tartışılan biri, Prof. Melih Bulu, CB Tarafından Rektör olarak atandı.
Son bir aydır öğrenciler, bu atamayı protesto ederek, okullarının kurumsal kimliğine sahip çıkıyorlar.
AKP iktidarı, akla hayale gelmeyen yapay gerekçelerle öğrencilere orantısız şiddet uyguluyor...
Anayasal demokratik haklarını kullanan öğrencileri tutukluyor!
Bakanlar bilinen yöntemlerle pişkince uydurdukları bilgileri toplumla paylaşarak ve halkı kışkırtarak, öğrencilere saldırılmasını istiyor…
Gençleri korku ve baskıyla sindirmeye çalışıyor!
İktidarın gençlere uyguladığı şiddet, kin ve nefret temelli davranış aslında, büyük bir suçtur!
Gazeteci ve önceki Milletvekili Barış Yarkadaş’tan BOUN’deki olayları dinleyince, bir facianın eşiğinde olduğumuzu anlıyorum!
AKP bilinçli gençlikten her zaman korktu! Çünkü o genç biat etmez!
Bu nedenle “kindar ve dindar gençlik” yetiştirerek ucube rejimin kalıcı olmasını istiyor!
Nitekim son günlerde siyasetçi, gazeteci ve sade yurttaşlara yapılan saldırı bu anlayışın sonucu…
AKP, dini, turbanı, milliyetçi hamaseti, savaşı, ulufe dağıtmayı yani her türlü yolu kullansa da artık inanılırlığını kaybetti! Yolun sonuna geldi!