İlkokul ve ortaokul hariç hayatımın hiçbir döneminde kimliğimi de siyasi yaklaşımlarımı da saklamadım. Birçok kişinin tersine solcu olmayı hep “artı bir” diye sürekli bir kenara not ettim. Solun iktidar olamamak ya da iktidar da kalamamak gibi bir gerçekliği olsa da neredeyse uygarlık tarihiyle yaşıt olan “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” arayışının ayak izlerini takip ederek kendimi bildim bileli yazdım ve konuştum…
Eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin ayak izlerini takip eden birçok kişi gibi ben de zaman zaman tehditler aldım, cezaevi ve sürgün gibi duraklara uğradım!
Bu bitmek bilmeyen sürecin yeni halkası dün gerçekleşti: MHP Genel Başkanı Bahçeli benim de içinde yer aldığım 6 kişiyi “CHP’nin ücretli tetikçileri” diyerek hedef gösterdi. Tehdit içeren, bizleri hedefe koyan bu hamle ilk olmadığı gibi son olmadığı da kesin…
Çünkü iktidar panik içinde…
Çünkü iktidardan düşerlerse, dağılacağını biliyor, arkalarında ANAP diye bir deney var!
Bu yüzden korku ve panikle hareket ediyorlar.
Pandemi de bile aklı ve bilimi öne çıkaracaklarına tıklım tıklım salonları öne çıkararak güç gösterisini halen her şeyin panzehiri zannediyorlar.
İktidarın akıl tutulması bu şekilde her gün biraz daha büyüyünce kaos da büyüyor!
Daha birkaç yıl önce sihirli bir değnekmiş gibi sundukları ve “her şeye kadir” dedikleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hızla çöküyor.
Çökme, korku ve paniği öne çıkarınca beğenmediği gazeteciyi dövdürmek ya da tehdit etmek de hiçbir yaraya merhem olmuyor…
AKP-MHP bloku ülkeyi yönetemediği için yalnızca kriz derinleşmiyor, kaos da derinleşiyor. İktidar çoğunluğunu yitirdikçe, attığı her adım boşa düşünce, daha çok yan yollara sapıyor, baskıyı arttırıyor, keyfiliği kurumsallaştırıyor, alınan kararlarda büyük şaşkınlıklar yaşanıyor.
Hukukun ve planlamanın yerine keyfiliğin kurumsallaşması, yalnızca siyasi öngörülebilirliği değil, hukuki öngörülebilirliği de ortadan kaldırıyor.
Bu gerçek yalnızca İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinde, Taksim Gezi Park’nın İBB’den alınmasında, HDP’nin kapatılma hamlesinde ya da Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinde kendisini göstermiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatılması istemiyle açılan davada, eksiklik tespit ettiği iddianameyi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade etmesine alınan tavırda da kendini gösteriyor.
Bu karar karşısında Bahçeli, “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” dedikten kısa bir süre sonra, AKP’nin “Anayasa Mahkemesine her karar sonrası hukuki olmayan yaklaşımlarla saldırmak en başta bu ülkenin hukuk sistemini yok saymaktır” demesi öngörülebilirliğin ortadan kalktığını gösteriyor.
Bu gelişmeler karşısında TÜSİAD bile “ortalığın toz duman olduğunu, yetki ve sorumluluk sınırlarının bulanıklaştığını” belirtmek zorunda kalıyor. 1970’lerde CHP hükümeti aleyhinde gazetelere tam sayfa verilen TÜSİAD ilanlarından söz etmese de TÜSİAD GİK Başkanı Tuncay Özilhan 1970’lere atıfta bulunarak “bugün ile 1970’ler arasında ciddi paralellikler var” diyerek, “demokratik hukuk devleti, laiklik ve piyasa ekonomisi ilkelerine” uyulması gerektiğine vurgu yapıyor.
Bu bilinememezlik hali sürdürülebilir değil!
Çok açık ki, kaosu çıkaranlar, kaosun parçası olanlar, ülkeyi kaostan ve krizden çıkaramazlar!
Yalnızca bu yüzden bile Türkiye, bir an önce seçime gitmelidir. Bu süreç zorlanmazsa, bırakın normalleşmeyi Türkiye yarın seçim yapamaz hale gelebilir!
Belki de bu yüzden “armudun sapı, üzümün çöpü” demeden “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” ekseninde yan yana gelmek düne göre daha büyük bir önem taşıyor. Hatırlatmakta yarar var ki, 1932’de Almanya’da neredeyse oyların yüzde 50’sini alan oldukça örgütlü ve güçlü olan Sosyal Demokratlar ve komünistler fazla değil 9 ayda “Kahverengi Gömleklilerin” gölgesinde yasalarda yapılan oynamalarla her alandan hızla tasfiye edilmişlerdi…