Bırakınız yalnızca isminin kökenin nereden geldiğini, mitolojideki ‘Şarap Tanrısı’ Dionysos’un memleketi olarak bile bizim topraklar, yani Lidya’nın başkenti Sardes (Manisa/Salihli) olarak kabul edilirken, geleneksel bağbozumlarında hep bir yerlerde Şarap Tanrısı varken, bir yandan alkolü yasaklamaya çalışmak, diğer yandan da alkol üzerinden toplumda yeni bir yarılma yaratmaya çalışmak akıl alır gibi değil! Bir kez daha bilerek ‘alkol yasağına’ kadar uzanan tartışmanın tesadüf olmadığı kesin!
Reddediyor olsalar da dini referanslardan beslenen AKP iktidarı toplumu kendisine göre biçimlendirmeye çalışıyor. Bu isteğinden hiç vazgeçmiyor. Bu hamle bile mevcut iktidarın yalnızca kendisine değil, hepimize nasıl zarar verdiğini gösteriyor…
Bağcılık açısından dünyanın en elverişli iklim kuşağında yer alan Anadolu coğrafyasında alkolü tartıştırmak nasıl bir akıldır? Üstelik yalnızca mitolojideki anlatımlarla değil, doğrudan üretimi ve tüketimi ile binlerce yıldır bizim coğrafyada hep önemli bir yer tutmuş, Yalnızca Ege de değil, asıl olarak Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da şarap üretimi hep önemli bir yer tutmuş. Şarap üretilen bir çok üzümün üretimi, örneğin Merzifon Karası bizde gerilerken, aynı üzümler İtalya’da, İspanya’da, Almanya’da şarap üretiminde boy göstermiş…
Tıpkı İran’ın Şiraz’ı gibi…
Şiraz yalnızca İran’da değil, bütün bölgede şarabın, aşkın ve şiirin merkezi olarak kabul edilirdi. İran İslam Devrimi ile bütün ülkede olduğu gibi Şiraz’da da alkol, dolayısıyla şarap yasaklanınca, üretim durdu ve yaklaşık 4500 yıllık bir geçmiş de yok edildi. İran’da yok edilen bu engin kültür, yine aynı üzümle dünyanın dört bir yanında devam ediyor olsa da kaybeden İran oldu…
Ya da tıpkı bizdeki Merzifon Karası gibi…
Merzifon Karası üzümünün tarihi Antik çağlarda yaşadığı iddia edilen Enetliler’e kadar uzanıyor. Rivayet o ki, “Enetliler Truva Savaşı’nda Truvalılarla birlikte çarpışmış, sonra da yurtlarına dönmeyip önce Adriyatik kıyılarına, oradan da İtalya’nın içlerine doğru giderek oraya yerleşmiş. Giderken de yanlarında Merzifon Karası asmalarını da” götürmüşler. İş, Mozart’ın en sevdiği üzüm şarabına kadar uzanmış ama ‘siyasi iklim’ bizde bu ‘büyüyü’ bozmuş, şarabın hasını üretildiği Merzifon Karası’nı unutturmuş, ta ki benim de üniversiteden arkadaşım olan Tayyar Öztürk’ün Londra’dan dönüp kendi topraklarında Merzifon’da yeniden üretilmeye başlayana kadar…
Ve bu anlattıklarımın geldiğimiz aşamada sonucu şöyle olmuş:
Hem mitolojik anlatımlar, hem efsaneler, hem de gerçekler orta yerdeyken 19 yıllık AKP iktidarının dini referansı öncelemesinin de etkisiyle bugün Türkiye’nin küresel ölçekte de kabul edilen verimli bağ alanlarından elde edilen üzümün yalnızca yüzde 2’si, 3’ü şarap üretiminde kullanılıyor, geri kalanının önemli bir bölümü yemeklik olarak tüketiliyor, oranı belli olmayan bir bölümü de ‘kaçak şarap üretiminde’ kullanılıyor…
Alim olmaya gerek yok; Şarap tüketimini “günah” ilan edip, şarap satışını da aşırı vergilendirirseniz, üreticiyi de tüketiciyi de doğrudan etkilersiniz, kendi topraklarınızda binlerce yıl önce şekillenmiş sektörün de böylece yerlilerden yabancılara geçmesini de sağlarsınız!
SİYASİ İKLİM VE YAŞAM TARZI
Siyasi iklim yaşam tarzını da belirliyor. Kentlerin dokusunu belirliyor. Dini referanslardan etkilenmeyen siyasi iklimlerin etkisindeki kentler daha dinamik, canlı ve yaratıcı oluyor, müthiş bir kültürel hare oluşuyor, siyasi iklimi dini referanslardan etkilenen kentler ise durgun ve donuk oluyor, kültür gelişmiyor…
Çünkü siyasi iklim kendine göre kültürel dokular oluşturuyor. Çünkü kültür aykırılıklar içinde büyür, özgürlüğü sever. Tekçi anlayışlar, tek düze yaşamlar, biat üzerine kurgulanmış yaklaşımlar yaratıcılığı öldürür…
Örneğin Türkiye’nin kıyı kentleri ‘dini referanslardan’ ve onun ortaya çıkardığı yasaklardan etkilenmediği ve siyasi iklim baskısını reddettiği için hep daha fazla çekim merkezi olmuşlar, müzik, eğlence, sanat ve alkol günlük yaşamın olağan bir parçası olmuştur. Bu kentlerde ciddi bir kültürel ağırlığın oluşması, kültürel yaratıcılığın tek düzeliği değil özgürlüğü sevmesi ile doğrudan ilgilidir…
Avrupa’nın ayrımsız bütün kentlerinde var olan dinamizmin ve yaratıcılığın arka planında da bazı kentlerin kültür merkezi olarak kabul görmesinde de siyasal iklim ve onun ortaya çıkardığı hayat tarzı hep belirleyici olmuştur…
Nitekim, bir dönemler İpek Yolu üzerinde, o dönemki Londra’dan daha gelişkin ve kozmopolit olduğu söylenen o dönemki Isfahan’ın bugün ki Londra’dan geri kalmasının arka planında da siyasal iklimin değiştirdiği hayat tarzı var!
Onca deneye rağmen, dünyayı hala dini referanslar üzerinden anlatmaya çalışmanın, hayat tarzına müdahale etme çabasının, dikte ettirilen yaşamların getirisi değil götürüsü oluyor!
Türkiye ilerlemiyor, geriliyor! 19 yıllık iktidarın getirdiği alışkanlıkla “Biz istediğimizi söyler, istediğimizi yaparız” havası bu ülkeye ciddi zarar veriyor. Bu yüzden kendileri ağızlarına geleni söylüyor, akıllarına eseni yapıyorlar ama ‘karşı taraftan’ farklı bir cümle duymaya, itiraza tahammül bile edemiyorlar. Çünkü kendileri de yaratıcı olmadıklarını çok iyi biliyorlar. Erdoğan bunu bildiği için “Eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık” demek durumunda kalıyor!
Gerçek böyle olunca işte o zaman devreye Ömer Hayyam giriyor ve noktayı koyuyor:
“Kendi içmez, içeni kınamaya bayılır.
Yüzünden aldatmaca, sahtekârlık yayılır.
Şarap içmiyor diye kasılıp gezer ama
Yedikleri yanında şarap meze sayılır.”