Öyle bir ortam yaratıldı ki, barış istemek, barıştan ve diyalogdan yana tavır almak, suçmuş gibi gösteriliyor, yetmiyor, barış fikri de küçümsenen, dalga geçilen bir kavrama dönüştürülüyor! Barış isteğinizi televizyon ekranlarında dile getirdiğinizde ise sosyal medya yorumlarında bolca küfür ve tehditle karşılaşıyorsunuz…
İktidar ve iktidarı destekleyen medya, yan yana yaşamayı yeniden deneme yerine, kurgusunu bilerek ve isteyerek karşı karşıya getirme üzerinden yapıyor. Israrla, yan yana gelmek, yeni bir başlangıç yapmak, kullandığımız dili yumuşatmak yerine, ısrarla nefret ve kini besleyen ayrıştırıcı bir dil öne çıkartılıyor…
Nitekim, Selahattin Demirtaş’ın öykülerinin sahnelendiği oyunda bunu bir kez daha gördük. Vicdanlı kadınların yan yana gelmesi, yumuşamayı, diyalogu öne çıkarması gerekirken, nefret söylemi zirve yaptı! Nefreti bir tarz olarak benimseyenler, biraz daha zorlasalar neredeyse sokakları kitap yakma eylemiyle tanıştıracaklardı…
Demirtaş’ın öykülerini sahneye taşıyan sanatçı Jülide Kural, “o gecenin bende kalan en net duygusu aslında sanatla, tiyatroyla toplumsal bir dayanışma duygusunun örtüşmesi oldu” dese de, kin ve nefretten beslenen kesimler bu duyguyu hissetmek bir yana, kadınların öne çıktığı “o fotoğrafı” bir suç unsuru gibi sunmaya çalışıyorlar, fotoğraf üzerinden kutuplaşmayı öne çıkartarak, fotoğrafın sağında, solunda yer alan, alma potansiyelinde olanları oradan uzaklaştırmaya çalışıyorlar…
Oysa asıl beceri “o fotoğrafı” küçültmek değil, o fotoğrafı büyütmek!
Okunan kitabın sahibi Demirtaş olunca, Zülfü Livaneli’nin “sanat, vicdanın dilidir. Selahattin Demirtaş da bu dili konuşuyor” demesi de, Oya Baydar’ın “karşımızda, tutsaklık günlerinde vakit doldurmak için yazan biri değil, bugüne kadar ortaya çıkmamış, okura ulaşmamış bir edebiyatçı var” demesi de ısrarla görülmek istenmiyor.
Çünkü, Demirtaş’a ve Demirtaş’ın şahsında bir bütün olarak Kürt hareketine o fotoğraf üzerinden saldıranların vicdanları kurumuş…
Çünkü, birlikte yaşama iradesi ve barış, savaşa, çatışmaya, düşmanlaştırmaya galip gelse etnik ya da dini kimliği ne olursa olsun, “savaş lobisi” dışında herkesin karlı çıkacağı biliniyor ve bundan dolayı “bir güç” ısrarla bunu istemiyor.
Oysa barış savaşa, diyalog ötekileştirmeye galip gelse, annelerin, çocuklarıyla, eşleriyle buluştukları yerler, morglar, cezaevleri ya da hastane olmaktan çıkacak, tiyatro, sinema ve konser salonları gibi özgür alanlar olacak…
Bunun için, “o resmin” de, Demirtaş’ın da, Jülide Kural’ın da, Kadir İnanır’ın da arkasında durmayı, onların cesaretini birbirimize bulaştırarak yaygınlaştırmayı becermeliyiz…
Amalı, fakatlı cümleler kurmak yerine Sosyal Demokrasi Vakfı’nın 2019 “İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü”nü Selahattin Demirtaş’a vermesini selamlamalıyız…
“Ülkenin ve kişilerin güvenliğini sağlamakla görevli bir bakanın tanınmış bir sanatçıyı hedef göstermesi kesinlikle kabul edilemez. Kadir İnanır’ın yanında duruyor, bakanı sözlerini geri almaya ve özür dilemeye davet ediyoruz” diyen “Akil İnsanlar”ın, “Siyasetçilerle aynı fikirde değiller diye sanatçılar yaşamasın mı bu ülkede, sanatçı, yaşamı ve yaşatmayı seçer ve bunu sahneye taşır” diye soran Halil Ergün’ün yanında durmalı ve “o resmi” büyütmeliyiz!
Ku Klux Klan’a karşı yapılmış “Karanlıkla Karşı Karşıya” filmiyle Oscar alan siyahi Spike Lee’nin ödül alırken söylediği gibi; “Haydi hep birlikte seferber olalım ve tarihin doğru tarafında yer alalım. Sevgiye karşı nefret arasında ahlaki tercihimizi yapalım!”