OLMADI ÜSTAT HİÇ OLMADI BU OYUN TUTMADI

Anadolu kültüründe bir usul vardır. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi. Bu usulden sana cevap vereceğim. Kamuoyuna senin dilinle afise ilan vermek benim;  görgü, eğitim ve ahtı vefa anlayışımın işi hiç değil, olmayacakta asla.
Nede olsa iyi ve zoru birlikte beş yıl paylaştık. Hani demişin ya fahri köşe yazarı diye bana. Değil ya üstat, sen basının terbiyesini temsil edecek yaşta ve duayensin. Kin ve nefrette dayalı söylemlere karşı ölçülü davranmak benim eğitim ve ahlak kurallarımın gereğidir. Diyorum ki; aynı aşı, aynı odayı, ve gazetemiz için(Gazetemiz diyorum bunuda afişe et istersen) yollarda sabahlamaları çok yaptık. Gece gündüz demeden, soğuk sıcak demeden, kucakta gazeteler taşıdık, gazetemiz için çok ter döktük. Homofis gazete binamızda çok çorba kaynattık sabaha karşı, acıkan karnımızı doyurduk.
Senin bacın benim eşim, ağabey diyerek sana çok saygı duyduk ve hizmet ettik. Bunun fahrilik neresinde kaldı…
Olmadı usta olmadı…
Hatırlarsın Kuşadası’nda işyerimin önünde çay içmiştik, bana köşe yazarlığı teklifine geldiğiniz halde yazı işleri müdürünüzle! Orada başlamıştı kader arkadaşlığımız. Sana bugüne dek gülden ağır laf etmedim. Ailenizin bir ferdi oldum ve büyük böyle taşınmalı diyerek amcalık görevi yaptım. Yapışık ikiz kardeş gibi olduk. Hani beni kamuoyuna afişe etmişsin ya vatan millet meselesi gibi; Kamuoyu beş yıl bizi bir arada görmekten ezber yapmıştır.
Üstat ben gazeteye geldiğimde kariyerimi ve eğitimimi tamamlamış, Aydın’da tanınan ve bilinen biri olarak bulundum. Senden önce beş yıl tüm bölgeye bakan bir kurumun bölge başkanlığını yapmış, gereken mesafeyi kat etmiştim. Sanırım duruşumun ve karakterimin hakkında verilecek notun uda kamuoyu verecek kadar beni iyi tanır. Tabii ki senide iyi tanır. Bu takdir onlarındır. Ben sarı kartı da gördüm, satırları da doldurdum, mürekkebi de kokladım seninle kader arkadaşlığı yapmadan önce.
Bir şeyi tamamlayamadım sende, gazeteciliğin ilkeli olma özünde ki eksiklerini. İşte beş yıl sonra son yazımı yazdığım ve kalemimi kırdığım zaman, yaşadığımız son bir olayda şunları söylemiştim; “Ben Aydında doğmadım ama ben Aydın’a sırtımı dönemem, Aydın’a yanlışım olamaz” dedim. Aydın insanı yaşama karşı sağlık mücadelesi verirken, çoluk çocuk, kadın erkek sokaklara dökülüp baskıyla yüzleşirken, ben bu insanlara sırtımı dönemezdim, dönmedim de. Dostluk baki, ama buraya kadar dediğimde, hak etmediğin halde tüm yaşadıklarım gözümün önünden teker teker geçti. Sırrı sır eden dillere aşk olsun dedim ve en ufak bir açıklamada bulunmadım bu ana dek…
Üstat ömür boyu bir arada çalışacağız diye bir şey yok yaşamın içinde. Ama saygı ve duruş düzgünlüğü diye bir şey var değil mi? İki buçuk ay sonra kayıp aranıyor ilanında bile verilmeyen bir boyutta afişe bir kamuoyu bilgilendirmesi vermen bir şeyi değiştirmeyecek inan! Bir şeyin ifadesidir bu; seviye ve kalitenin ifadesidir!
Sözü uzatmayacağım kısaca;
-Beni gazeteden uzaklaştırmadın, kayıp etmenin verdiği acı ve endişelerin özü bu kısacası. 29 Ekimde devreye giren Yörük Efe gazetesinden sonra pandomim koptu. İki buçuk ay nerelerdeydin…
-Bende ki kartlar ne işe yarıyor bilmem ama ok kartlar gazeteyi aslen temsil eden kişilere veriliyor değil mi, yani Fahri olan köşe yazarlarına değil! Kim beş yıl Fahri köşe yazarlığı yapmış ki bende yapayım. Şunu söylersen doğru söylemiş olursun. Adam sadece köşede gazeteyi sırtında taşımadı, gazetemiz dedi ve ilkelerini çivilerle duvara kazıdı. Kendi gazetesi gibi samimi duygularla sahip çıktı desen, yaşına başına yakışırdı!
-Seninle birlikte hep öne çıktım, gazeteyi ilkeli bir dille her yerde temsil ettim. Yanlışlarına dur derken, gazeteciliğin ilkelerine kendi gazetem diye sahip çıktım. Bu yanlışların önüne geçmeye çalışırken bazen hedef tahtası oldum. Bunu bilen bilir. Hani demişsin ya; belediye başkanlarına bile demişim ya, bu gazete benim diye! Ama zaten gazetenin sayfasında imtiyaz sahibinin ismi yazıyor değil mi üstat. Tıpkı benim “Yörük Efe” gazetemde yazdığı gibi. Kamuoyunu yanlış bilgilendirmen nasıl bir gazetecilik anlayışıdır, bilirim ki Kamuoyu bunun notunu verir! Unutma belediye başkanlarının hepsiyle de ben muhatap oldum yeri geldi! Kendi gazetem diye.
Şahsım mesleki ahlakı ve ilkelerinin tamamını savunurken, seninle boğaz boğaza gelecek şekle de geldik. O zaman akılın neredeydi bizim gazetemiz dediğimiz süreci kendi şahsın çıkarları için kullanırken, beni ikaz etme yerine tüm becerilerimi öne çıkarıp, arka plan da patronluk yapmayı yeğledin. Aramızda bir fark var üstat; sadece mesleki ilkelere bakış açımız değil, vicdan meselesi farkı da var. Ben çalıştığım yere kendi yerim gibi sarılıp, maddiyatı geri plana atarım. Cepte olan beş parayı bile orada harcamaktan imtina etmem. Kaldı ki on kuruş karşılığında çalışmak zorunda olan insanların sosyal haklarını ve aldıkları paraya bile fazlalıkmış gibi bakmayı vicdanıma hiç sığıştıramam. Mesela hakkımda sıraladığın sözde mevkii yapmaya medya gurubun üzerinden mevkii yapmaya çalıştığım, adı olup sanı ortalıkta dolaşmayan medya ismi dökmüşsün ilan tahtana; soruyorum hangisinde kaç kişi çalışıyor, hangisi gündemde ve kaç kişinin karnı doyuyor. Taşıma suyu ile olsa olsa bir gazetenin boğazına kadar batmış bir şekilde ayakta durmaya elde ki joker ile çalışmaktan ibaret olan bir gazetenin sekiz sayfasıyla bu kadar çaka satmakta kişilik işi demek oluyor üstat!
Tıpkı beş yıl birlikte geceyi gündüze katarak beş para almadan duygusal yapımla işime mesleğin terbiyesi ile sarılarak çalışmak gibi.
Ama beni bu şekilde olmaz, astı astarı olmayan dille yazıp çizmen, kamuoyunda prim yapıyorsa, yazıktır derim. Ayıptır derim. Bu hatayı, bu dili ben kullansam belki affolunurdu yaşımdan dolayı, yakıştı mı usta bu dili, sen yaşta birinin kullanması!
-Yazdıklarına üzülmüyorum, ilan tahtasında nasıl duruyorsun biliyor musun, sadece acıyor ve bu benim ağabeyim değilmiş demekten üzüntü duyuyorum!
Sana rakip olmayacağım. Sana anlatıp da ama bir türlü kabullendiremediğim, bir basın üslubu diliyle basında; başarıdan başarıya koşacağıma ant içitim. Hesaplaşma tarih önünde olacak demiyorum, Allah akıl fikir versin, yolun açık olsun diyorum.
Kaybettiklerinin hesabını kimsede aramayacaksın demiş büyüklerimiz. Kendini dara çeke bilene aşk olsun ki, erdemlilik akıldan ve doğrudan olmaktan gelir. Bunu bilir bunu okurum üstat. Saygısızlık etmeyeceğim, yazarken bile kelimeleri kontrol ederek yazıyorum. Ama bilesin ki adaletle doğdum, adaletle yaşarım. Adaletin kapısı bu işin dengesi olacak. Yazacağım, çizeceğim o kadar şeyi burada afişe etmek, gazetecilik ilkelerimin ve ahlakımın gereği, dışımdadır…
Kamuoyuna saygı ve sevgilerimi sunarken, şunu söylemeyi ihmal etmeyeceğim; şahsıma yapılan bu şekilde ki davranışın karşılığını, haklarımı ve hukukumu, tüm her şeyi adalette halledeceğim. Buda benim medeni ve özlük hakkım değil mi?
Basında unutulmaması gereken ilkelerden başta gelen; “kimsenin değil, milletin savunucusu ve habercisi olacaksın. Menfaatler ancak millet için pazarlık konusudur.”
 Kamuoyuna saygılarımla…
 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.