Ortalık toz duman…
İki yıl önce “affını isteyen” Berat Albayrak’ın açıklamasını belirttiği gibi “at izi it izine karışmış” durumda…
Sedat Peker iddialarını sürdürüyor, Hablemitoğlu cinayetinde soru işaretleri büyüyor, Perinçek dün “Çiller Özel Örgütü” şemasının en üstüne koyduğu Mehmet Ağar için bu kez “gittiği yere temizlik götürür” diyor, Ağrıspor Başkanı uzun namlulu silahlarla gövde gösterisi yapan Savcı Sayan’a “İstifa et, yoksa tüm kirli çamaşırlarını dökerim” diyor…
Soruları çalma geleneğinin KPSS’de devam ettiği anlaşılıyor, ÖSYM Başkanı Halis Aygün’ün görevden alınırken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da soruşturma başlatıyor…
ENAG enflasyonu yüzde 176 olarak açıklarken, TÜİK hayatın gerçekleri ile örtüşmeyen enflasyon rakamlarını ısrarla açıklamaya devam ediyor, dolar 18 TL’yi aşarken bankacılık sektörünün yılın ilk 6 ayında yüzde 400,5 net kar ettiği açıklanıyor!
Şeriat çağrısı yapan imamlar, iktidar lehine konuşan vaizler, iktidarın baş tacı ettiği cemaat liderler bilerek ve isteyerek camide, televizyonda, sosyal medyada parlatılıyor…
Ve bütün bunlar yaşanırken, “tesadüf” bu ya, “birkaç meczup” Cemevlerine saldırıyor, hem de Muharrem ayının birinci günü!
TESADÜF MÜ, PLANLI MI?
Maraş olmasaydı, Madımak olmasaydı, Çubuk olmasaydı, farklı şehirlerde evlerin kapılarına bir kere değil onlarca kez çarpı konulmamış olsaydı ve belki “faili belli” olsa da “faili meçhul” ilan edilen onlarca cinayet olmasaydı son saldırıların “tesadüf” olduğu konuşulabilirdi…
Ancak siyasi duruşumuz ne olursa olsun gerçeğin de saldırıların da tesadüf olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu saldırılar planlıdır ve saldırılar esas olarak kutuplaşmayı, kaosu ve çatışmayı besleyen siyasal iklimden kaynaklanmaktadır…
Nasıl mı?
BENİM DE ALEVİ ARKADAŞLARIM VAR!
1) Yüzlerce yıla yayılan Alevi sorununu çözmek, ne “benim de Alevi arkadaşlarım vardı” diye başlayan tarihten ve gerçeklikten kopuk yaklaşımlarla, ne de provokasyona karşı sağduyu çağrılarıyla çözmek mümkün olmaz! Sistem, “eşit yurttaşlık” kavramını kitaplardan alıp sokağa, okula, medyaya taşımadan, dini devletin kurumsal yapısı dışına çıkarmadan, laikliği yeniden hatırlamadan, günlük siyasi dilinin nefret dili olmasını engellemeden, yan yana yaşama kültürünü yeni bir siyasal kültür yapmadan “Kılıçdaroğlu Alevi, Demirtaş Zaza, İhsanoğlu yabancı”, 14 yaşındaki Berkin Elvan da terörist olmaktan kurtulamaz, yalnızca tarihler ve isimler değişir!
2) Anadolu topraklarında Alevilerin kendi elleriyle yarattıkları bir tek sorun olmadığı gibi, örneğin koca Cumhuriyet tarihi boyunca Alevilerden kaynaklanan bir tek “Alevi-Sünni çatışması” yoktur! Ortadaki bütün sorunlar ve tabi ki, saldırılar ve katliamlar mezhepçi anlayışla hareket eden egemen sistemin kendi yarattığı sorunlardır: Eşit yurttaşlık hakkı da, Cemevi statüsü de, zorunlu din dersleri de sistem tarafından yaratılmış sorunlardır. Orta yerde bir Alevi sorunu yoktur, egemen bir Sünni sorunu, başka bir ifadeyle Osmanlı’dan devralınmış bir sistem sorunu vardır!
3) Eşit yurttaşlık, laiklik gibi temel adımlar atılmadan, devlet laikliği işleterek bütün inançlara eşit mesafede durmadan, nefret söylemleri cezalandırılmadan, sistemin “akıl babaları” olan “Sünni Ulema” Aleviliği de “sapkın bir inanç” olarak görmeye, bundan kurtulmanın yolunu da “Sünnileşmiş bir Alevilik” yaratma çabasından ya da “hizaya” gelmeyeni “katli vacip” ilan etmekten geçtiğini söylemeye devam edecektir! Cumhuriyetin ikinci yüzyılına aylar kala Cemevi sorunun çözülememesinin, yasalarda ibadethane olarak görülmemesinin asıl nedeni de budur! Bu yüzden Alevilerin neredeyse tamamı “bizim ibadethanemiz Cemevidir” dedikçe, devletin Diyanet’te cisimleşmiş Sünni aklının “İslam’da bir tek ibadethane, bir tek mabet vardır, orası da camidir, mescittir” diye bir
“blok” oluşturmasının nedeni de budur!
4) 20 yıllık AKP deneyi gösterdi ki, Alevi sorunun çözümü bu iktidar sürdükçe mümkün değildir. Çünkü AKP çözümden de, açılımından da kendi Alevisini, kendi Kürdünü anlıyor! Oysa çözümün anahtarı, bütün farklı kimliklerin kendilerini rahatça ifade ettiği, birilerinin “ev sahibi” birilerinin de “misafir” olmadığı eşit yurttaşlığın öne çıktığı bir Türkiye’de yatıyor. Açık ki, “Yarının Türkiye”si ancak, devletin demokratikleşerek hakem olduğu, bütün inançlara eşit mesafede durduğu bir anlayışla kurulabilir. Gerisi lafügüzaftır!