ABD Başkanı Biden’ın Erdoğan’ı telefonla arayarak “Ermeni Soykırımı” konusunda açıklama yapacağını söylemesi, ardından bu konuda açıklama yapması gündemin önüne geçti. Konuyu aşamalara ayırarak incelemeliyiz.
ABD seçimlerinden sonra 20 Ocak 2021’de yemin edip başkanlık koltuğuna oturan Biden, bu üç ay içerisinde birçok devlet başkanı ile telefon görüşmesi yaptı. Açıkçası, Ankara ve Beştepe de böyle bir telefon görüşmesini çok arzuluyordu. Bu isteğini de Cumhurbaşkanlığı danışmanları aracılığıyla birkaç kez açıklamıştı. Ancak bu telefon görüşmesi gerçekleşmedi. Bu konu kayıtlara geçmiş bulunuyor.
Ankara, böylesi bir görüşme için hazır olduğunu bildirdiği halde bu görüşme 3 ay içinde gerçekleşmedi. Ancak Başkan Biden, Erdoğan’ı 23 Nisan günü aradı ve ertesi gün sözde “Ermeni Soykırımı” konusunda açıklama yapacağını bildirdi.
Diplomasi geleneklerine göre epeyce kırıcı bir tavır karşısındayız. Şu ana kadar karşılıklı telefon görüşmesinin ayrıntıları açıklanmış değil, kimi yorumlarda Başkan Yardımcısı Camela’nın da Erdoğan’la görüştüğü ileriye sürülüyor. Ancak bu bilgi henüz açıklığa kavuşmuş değildir.
“Ermeni Soykırımı”, 1960’lı yılların ortasında ortaya atılmış bir iddiadır. O günden bugüne Ermeni diyasporasının etkin çalışmaları sonucunda kimi parlamentolar politik bir çıkış olarak “1915 Ermeni Soykırımı” adı verilen dayanaksız görüşü kabul ettiler.
Ermeni diasporası ABD’de çok güçlü olduğu halde ABD başkanları bu konuda titiz hareket ediyorlardı. Sadece Başkan Ronald Reagen, o da başkan seçilmeden önce Kaliforniya valisiyken, “soykırım” kelimesini kullanmış olmasına karşı hiçbir ABD başkanı bu kelimeyi kullanmamış. Sadece “Meds Yeghern”(Büyük Felaket) tabirini kullanmıştır.
Biden, “Ermeni Soykırımı” söylemini kullanan ilk ABD başkanı oluyor.
Biden’ın bu açıklaması kuşkusuz tam bir siyasal harekettir. Biden bu konuda seçim kampanyası sırasında “Seçmenlerime söz verdim” gerekçesini kullanıyor.
Diğer başkanlar da söz vermişler, ancak hiçbir zaman böylesi bir pozisyonu tercih etmemişlerdi.
Bu harekette Biden’ın Başkan Yardımcısı eski Kaliforniya eyaleti senatörü Camela’nın mutlak etkisi olduğu bilinmektedir. ABD’de Ermeni diyasporasının en güçlü olduğu yer Kaliforniya eyaletidir. Biden ve Camela da Ermeni seçmenlerine bir demet çiçek sunmaktadır.
Biden’ın bu hareketinden sonra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın açıklaması ise daha da tartışmalıdır.
Blinken, “soykırım” ifadesi hakkında, “Türkiye’yi suçlamak için değil kurbanları onurlandırmak için söylendi” diyerek Osmanlı’nın son döneminde yaşanan olaylara işaret edildiğini kaydetti.
Bu durum, adeta çocuk avutmak için söylenmiş bir söz gibi ortaya çıkıyor. Blinken ayrıca, “Başkan Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çok iyi bir görüşmesi oldu. Pek çok farklı konuda birlikte çalışmaya devam edilecek” dedi.
Neo-Con’lara yakınlığıyla bilinen Dışişleri Bakanı Blinken’ın emperyalist bir proje olan Büyük Ortadoğu projesine de yakın görüşler taşıdığı biliniyor.
Blinken açıkça, ABD’nin çok iyi bilinen “havuç ve sopa” politikasını uyguluyor.
Halk, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden’a güçlü bir yanıt vermesini bekliyordu.
İsmet İnönü’nün dediği gibi, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye olarak yerimizi alırız”. Bülent Ecevit’in Kıbrıs konusunda dik duruşu gibi... Süleyman Demirel’in İncirlik Üssü’nü kapatması gibi...
Yukarıda belirttik; ABD Başkanı 3 ay içinde birçok ülkeyi ararken Türkiye’yi aramadı. ABD ilk kez başkanlık düzeyinde “soykırım” diyor. Kuşkusuz bunların politik bir nedeni ve gerekçesi vardır. Uluslararası diplomaside en ufak bir tavır için bile gerekçeler üretilir.
Bunu çözümlemeye çalışalım. Öncelikle Biden, uzun yıllar senatörlük ve senatoda en önemli koltuklardan birisi olan Dışişleri Komisyon Başkanlığını yaptı. 8 yıl Obama’nın başkanvekilliğini yürüttü. Kısaca, ABD’nin “kurulu düzeni” ve ABD devleti görüşlerinin eski ve sadık bir üyesidir.
ABD, Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını görüyor. Ancak, Türkiye’nin Rusya’ya karşı çıkmasını, kendisine Karadeniz’de olanak yaratmasını, Ortadoğu’da ABD çıkarları yönünde yer almasını, Kuzey Suriye’de oluşturulan PKK/PYD’ye ve yaratılan stratejik koridora karşı çıkmamasını, S-400’leri iade etmesini istiyor.
Elindeki olanaklar ve dosyalarla Türkiye’yi terbiye etme yoluna gidiyor.
Olayın temeli budur.
Geçen hafta, İsviçre’nin Cenevre kentinde 53 yıllık Kıbrıs sorununa çözüm için toplantı yapıldı. Toplantıya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY); garantör devletler Türkiye, İngiltere ve Yunanistan katıldı. Toplantı, BM Genel Sekreteri’nin etkinliğinde yapıldı.
Türk tarafı ilk kez “iki devletli çözüm” formülü ile masaya oturdu. Türkiye bu öneriyi destekledi. Rumlar ve Yunanistan, federasyon ve Kıbrıs’ın tamamen silahlandırılmasını istedi. İngiltere bu kez daha ılımlı bir politika yürüttü. Toplantıya katılan tarafların tezlerinin özeti aşağıdaki tabloda verilmiştir.
- Federasyon görüşmeleri 50 yıldır sürüyor. Çözüm olmalı. Artık sona geldik.
- Kıbrıs Türkleri’nin egemenliği tanınmalı. İki devlet en doğru çözümdür.
- Ancak mevcut sınırlarda düzenlemeler yapılabilir.
- KKTC’nin görüşlerine tam destek veriyor.
- Artık çözüm iki devletli olmalı.
- Türkiye’nin garantörlüğü devam etmeli. Ada’da Türk askeri kalmalı.
- Belçika gibi, iki ayrı egemenlikli federasyon kurulsun. l Devlet başkanı sembolik olsun. l Az sayıda asker olsun. Garantörlük 10 yıl sürsün.
- Toplantılar federasyon temelinde devam etmeli.
- Türk askeri çekilmeli. Garantörlük sona ermeli.
- Maraş’ın yanında, Güzelyurt da Rum yönetimine geçmeli.
- GKRY’nin pozisyonunu destekliyor.
- Türk tarafının “iki devletli çözüm önerisi BM kararları dışındadır. Kabul edemeyiz.
- Kıbrıs’ta sıfır asker, sıfır garantörlük olmalıdır.
Cenevre toplantısına katılan tarafların görüşleri şöyle özetlenmelidir:
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, 53 yıldır bir adım ileri gidilmediğini, sorunun giderek çözümsüz hale geldiğini, bu nedenle artık iki devletli bir Kıbrıs olması gerektiğini ileri sürdü.
Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Türk tarafının iki devletli çözüm modeli güçlenmiş oluyor. Toplantıda KKTC’nin önerilerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tam destek verdi.
Cumhurbaşkanı Tatar’ın Cenevre’ye gitmeden önceki görüşlerini Kıbrıs’ta açıklamasıyla, bir önceki Cumhurbaşkanı Akıncı’nın pozisyonu bir kez daha açık bir biçimde ortaya çıktı. Akıncı, Tatar için, “Cenevre’de Türkiye’nin papağanlığını yapacak” dedi.
Akıncı böylece, bir kez daha GKRY’nin tezlerini benimsediğini ortaya koydu ve Rum görüşlerine yakın olduğunu da bir kez daha tarihe geçirdi.
Doğu Akdeniz’deki ekonomik çıkarlar, Yunanistan’ın Ege’de sürekli gerilim yaratan bir politika izlemesi karşısında Türkiye, Kıbrıs konusunda daha açık bir pozisyon almış bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da açıkça KKTC’nin görüşlerini benimsediklerini açıkladı.
Tatar, “Rum-Yunan ikilisinin federasyon tuzağına bu kez düşmeyeceğiz. 50 yıldır aynı şeyleri konuşmaktan yorulduk. Cenevre’de uzlaşma olmazsa bildiğimiz yolumuza devam edeceğiz. Bağımsızlığımıza ve egemenliğimize sahip çıkacağız” dedi.
Toplantı sonuç alınmadan dağıldı. Konu BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülecek.
Bu yeni durum, adım adım Kıbrıs’ta iki devletli çözüme yaklaşıldığını gösteriyor.
İç politikada “128 milyar dolar nerede” sorusu güncelliğini sürdürüyor. Zaten bu derece büyük miktardaki bir para hakkında ileriye sürülen iddialar herkesi ikna edecek açıklamalarla yanıtlanmadıkça bu konu güncelliğini ve önemini yıllar boyunca da olsa sürdürür.
128 milyar doları eriten dayanağın Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası (MB) arasında 2017 yılında imzalanan protokol olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.
Eski MB Başkanı İyi Parti milletvekili Durmuş Yılmaz, MB’ye ait dövizlerin Maliye ve Hazine’ye devredildiğini, Hazine kararıyla bu dövizlerin Ziraat, Halk ve Vakıflar Bankası’nın yurtdışındaki şubelerindeki hesaplara aktarıldığını, aktarılan bu dövizlerin satıldığını ancak bu konuda şeffaf bilgilere ulaşılamadığını belirtti.
Bu durumda 128 milyar dolar konusu unutulmaz. Konunun bir ayrıntısı daha ortaya çıkmış oluyor. Bu konunun Türk siyasal yaşamında giderek daha da etkin bir biçimde gündemde kalacağı anlaşılıyor.
Geçen hafta yapılan hükümet değişikliğinde en çarpıcı konu, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın durumudur.
Kendi şirketinden kendi bakanlığına dezenfektan satışı yapan siyasetçi olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Bu konu açık bir yolsuzluktur ve suçtur. Kuşkusuz bu konu da gelecek siyasal gelişmelerde çok konuşulacaktır.
Montrö için bildiri yayımlayan emekli amiraller hakkında kovuşturma açılırken, cüppeli amirale dokunulmuyor. Devletin verdiği makam arabası ile cüppe ve takkesini giyerek tarikata giden amiralin durumu hâlâ gizemini koruyor. Bu amiralin tarikatı belli oldu ancak amiral yerinde duruyor. Bu duruma Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar yanıt veremiyor. Bir ayı geçtiği halde amirale dokunulamıyor.
Amiralin bağlı olduğu tarikatın Cumhurbaşkanlığı katında koruma altında bulunduğu yorumları genel kabul gören bir düşünce olarak görüşülüyor.
Yapılan son anketler, çarpıcı sonuçlar ortaya koydu.
Metropol’ün araştırmasına göre ankete katılan 1752 kişinin yüzde 42.3’ü amirallerin gözaltına alınmasını doğru bulmadı ancak yüzde 24.7 bu gözaltıları onayladı.
Resmi araba ile tarikata gidip namaz kılan amiralin bu tutumunu, ankete katılanların yüzde 63.9’u uygun bulmadığını belirtti.
Montrö Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı çıkanların oranı yüzde 45.6’dır.
Son aylarda yapılan 37 anketin ortak bulguları şöyle özetleniyor:
2018 seçiminde yüzde 53.66 oy alan Cumhur İttifakı yüzde 44.98 düzeyine gerilemiş bulunuyor. Bu gerileme, yüzde 8.68 oranında oy kaybı olduğunu gösteriyor.
2019 yılı ile 2020 yılı arasında “Cumhurbaşkanlığı Sistemini mi tercih ederdiniz, yoksa parlamenter sistemi mi?” diye soran 6 anket yapılmış bulunuyor.
Bu anketlerin ortalamasına göre “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ni tercih edenlerin oranı yüzde 37.41 olarak tespit edildi. Parlamenter sistemi tercih edenlerin oranı ise yüzde 56.63’e çıktı.
En son anket
Area Anket, nisan ayına ilişkin siyasi gündem araştırmasını yayımladı. Araştırmada AKP’nin oy oranının yüzde 30’un altına düşerek yüzde 27.5’te kaldığı belirlendi. Araştırmaya göre, CHP yüzde 20.2, İYİ Parti yüzde 11.7, HDP yüzde 8.2, MHP yüzde 7.0 , DEVA Partisi yüzde 2.5, Saadet Partisi yüzde 0.8, Gelecek Partisi yüzde 0.8, diğer partilerin ise yüzde 1.2 oy oranında olduğu görüldü. Kararsızların oyu ise yüzde 20.0 oldu.
Görüldüğü gibi rakamlar ve bulgular Cumhur İttifakı’nı zorluyor. Siyasette giderek sertleşmenin bu rakamlar nedeniyle oluştuğu görüşü ağırlık kazanıyor.