Hukuk yaşamın demir direği, dünyamızda kısacık yaşamımızda aldığımız nefesin etrafında kısa bir ‘gezi’ yapalım istedim!
Yıllardır “hukukun üstünlüğü mü üstünlerin hukuku mu” söylemleriyle dolaşıp duruyoruz …
Bu söylemlerle nereye gidiyoruz?
Kimileri boşalan frenle arabayı aşağı ve dolayısıyla giderek artan hızla -nihayet- derin bir çukura düşmekle sonuçlandığını öne sürüyor ve bu çukurun içinden çıkabilmenin imkânsızlığına ilişkin durumu şöyle özetliyor:
“Artık, bırakın üstünlüğüne ilişkin bir ihtimalden söz edebilmeyi, hukukun varlığından bile söz edilemez!” oldu.
Hiç bir akıl ‘Gezi Davası’ndan tüm sanıklar için aklanma kararı çıkmasını beklemiyordu.
Savcılığın Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı için ağırlaştırılmış müebbet hapis, diğer sanıklar için de 20 yıla varan hapis cezaları istediği davanın tüm sanıklar için aklanmayla sonuçlanması büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Neler oluyordu... Birden değişen neydi?
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin bu sürpriz kararı ile ilgili olarak, örneğin Gezi davası sanıklarından Avukat Can Atalay’ın ilk sözleri, “Ne diyeceğimizi bilmiyoruz, hiç beklemiyorduk. Memlekette bir şeyler hayırlı yönde değişir diye umuyoruz. Bilemiyoruz, Şaşkınız, herkese teşekkür ederiz” şeklindeydi ve şaşkındı! Bu yoksa gündeme taşınmak istenen yeni bir algının senaryosu muydu?
İnsanlar ne diyeceklerini bilemiyorlardı ama ille de ‘yargıya müdahale’ iddiaları “Şimdi bu mahkeme heyeti üyeleri hakkında da fetöcü olup olmadıklarına ilişkin bir soruşturma başlatılır” beklentisiyle zirve yapıyordu yine … Bu alışıldık müdahale tarzı nerede başlayıp nerede bitiyordu? İktidarın yargıya halâ daha müdahale edemediği bazı yerler mi vardı ve bir anda ‘o yerler’de “bağımsız kararlar” alınabiliyor muydu? Öyle olduğunda da yeni bir müdahale için hemen yeni kanallar mı açılıyordu? Neler oluyordu?
Bir başka soru ise, bütün meselenin ‘Osman Kavala’nın tutukluluğunun sürdürülmesi ve giderek hükümlü edilmesinin mana ve önemine ilişkindi … Gerçi ‘Gezi Davası kararı’ ile ilgili olarak savcılık elbette itiraz edecekti ve bu yönde hazırlık yapıldığına ilişkin haber gecikmedi. Burada elbette hukuki sürecin bir parçası olarak ‘itiraz’ edilmesinde değil, bir mahkemenin verdiği kararın bir adım ötede bir anda buharlaştırılabilmesine ilişkin basit bir mekanizmanın hemence kuruluverip çalıştırılabiliyor olmasındaydı sorun … Hukuki süreçler, içtihatlarla anlam kazanırdı çünkü; ‘buharlaştırma tarzı’ bu anlamda çok büyük sorundu …
Ve aklanma kararı veren mahkeme heyeti hakkında hiç gecikmeksizin inceleme başlatıldı?
Ve Osman Kavala, Gezi davasından beraat ettirilmesinin peşi şıra, henüz ‘tahliye olamadan’ bu kez bir başka (15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili) soruşturma kapsamında yeniden gözaltına alındı. Emniyet’teki ilk ifade işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen ve nöbetçi sulh ceza hakimliğince hakkında tutuklama kararı verilen Kavala yine cezaevine gönderildi …
Önceki gün bütün bunlar yaşanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’nde partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Gezi olayları aslında tıpkı askeri darbeler, tıpkı muhtıralar, tıpkı terör örgütlerinin saldırıları, tıpkı FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi devleti ve milleti hedef alan alçak bir saldırıdır. Bunlar ciddi manada perde arkasında Soros türü, bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerdeydi ve bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar. Onlarla beraber başkaları da bu işin içerisinde” diyor ve ekliyordu:
“Her kim Gezi olaylarını masum bir çevre hareketi olarak tanımlıyorsa ya gafildir ya da taammüden bu ülkenin ve milletin düşmanıdır.”
Yine aynı hikaye …
Sevgili ülkemde artık hukukun alanı o denli daralmış durumda ki, kısacık bir ‘gezi’ yapmak istediğinizde bir de bakıyorsunuz ‘siyasetin alanı’na girivermişsiniz …
Gezi davasında ‘aklanma kararı’ henüz verilmemişti.
Gezi davasında ‘aklanma kararı’ henüz verilmemişti.
1376 yurttaşımız, “Ben de oradaydım, Gezi’deydim” başlıklı çok kısacık ortak bir açıklama yapıp “Gezi’de dile gelen bu toplumun özlemleri ve talepleridir yargılanamaz” demişti …
İşte o kısacık açıklama:
Ben de oradaydım, ağaçlar, nehirler, dağlar kardeşim olduğu için.
Ben de Gezi’deydim, düşüncemi özgürce söyleyebileyim diye.
Ben de oradaydım, birlikte eylemenin, dayanışmanın güzelliğini yaşamak için.
Ben de Gezi’deydim, kimse ne giydiğime, kaç çocuk doğuracağıma, gülüp gülmeyeceğime karışmasın diye.
Ben de oradaydım, yaşadığım şehir beton yığınına dönmesin diye.
Ben de Gezi’deydim, barış içinde yaşamak istediğim için.
Hepimiz oradaydık. Gezi’de dile gelen bu toplumun özlemleri ve talepleridir yargılanamaz.
Ağacım
Orhan Veli KANIK –
Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.
Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.
Geziden pay çıkarmak yeşilin, sevdanın adına, evrensel değerlerin adına, geziden anılar yaratmak insan yaşamının doğayla kucaklaşması adına, geziden şiirler yazmak doğacak çocuğumuza hatıralar bırakmak adına...
Gezide yeşile selam durmak, yeni filizlenen ağaçlar adına...