AKP iktidarının tüm engellerine, Cumhuriyet’i yok sayma niyetine ve de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan kinine rağmen pazar günü, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını halkımız büyük bir coşku ve heyecanla kutladı. Yüzüncü kez en büyük bayramımız olarak gurur duyduğumuz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na yurttaşlarımız, içeriği, süreci ve mazlum ülkelere verdiği cesaretin tarihsel övgüsüne yakışır bir şekilde sahip çıktı. Halkımız, “Bir musibet bin nasihate bedeldir” özdeyişini haklı çıkaran bir kararlı tavır sergiledi. Aslında AKP iktidarının, Cumhuriyet’le ilgili “rövanş histerisine” bir kez daha geçit vermedi. Cumhuriyet’in kurucusunu kerhen ziyaret ettiği sırada, taşıma kalabalığa “Kendisini alkışlatmasına” rağmen, milyonlarca insan daha büyük coşkuyla Anıtkabir’i doldurarak hem Erdoğan’a ders verdi hem de Ata’sına olan sevgi ve saygısını bir kez daha siyasal İslamcılara gösterdi.
AKP iktidarının Cumhurbaşkanları, evet Cumhuriyet’le kavgalılar. Bir yandan cehaletlerini gösteriyor, diğer yandan cehaletin verdiği cesaretle, toplumu irrite eden ve de öfkelendiren gösteriler yapmaya devam ediyorlar.
Siyasal İslamcıların Cumhuriyet’in tüm kurumlarını dejenere ettiklerini, kurum ve kuruluşlardan liyakati kaldırdıklarını biliyor ve bu “Din tacirlerinin” yargıyı, Merkez Bankası’nı, polisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kendilerine bağlamalarının ülke adına büyük tehlike taşıdığını görüyoruz!
Bu durumun, bir yandan Cumhuriyet’i emperyalist saldırıya karşı duramaz hale getirmesini, “Büyük Ortadoğu Projesi’nin” geçerliliğine fırsat vermesini, diğer yandan enerji havzası olan Türkiye’nin jeopolitik gücünün elinden alınmasına neden oluyor. Uygulanan bu vahim politikanın sonucunda ülkenin ve yurttaşların can ve mal güvencesi artık yok olmuştur.
Neden tehlikedeyiz?
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın 100. yılında Deniz Kuvvetleri’nin yüz gemisi, İstanbul Boğazı’nda Vahdettin Köşkü’nde bulunan Erdoğan’ı selamladılar. Vahdettin vatana ihanet eden bir padişahtır. Bu uygulama Cumhuriyet’in 100. yılına yakışmamıştır. Verilmek istenen mesaj tarihi bir skandalı oluşturmaktadır. “İngiliz Dostları Cemiyeti’ne” üye olan ve başta İngilizler olmak üzere İmparatorluğu düşman güçlerine bırakarak İngiliz gemisiyle kaçan son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in ruhunu yeniden yaşama döndürmek hevesi vahim bir tehlikedir. Osmanlı’ya dönüş hevesi, hanedanlık ve hilafete de dönüş demektir.
∗∗∗
Zaten bu hedefe adım adım yaklaşılmaktadır. Maalesef, Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin laikliği yok etmesine fırsat veren politikası, CHP’lileri de olabildiğince üzmekle kalmamış, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşını yok etmiştir. Laikliğin kaldırılması, ülkenin ve yurttaşların çağ dışına itilmesi gerçeğini oluşturmaktadır. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı şeyhülislam gibi davranmaktadır. Ülkenin yönetimine karışabilmektedir. Aklını kullanmayan, cahil ve yoksul insanları din istismarıyla Cumhuriyet’e düşman hale getirme görevi sanki bu kuruma verilmiş. Diyanet İşleri Başkanlığı bugün, barış ve sevgiden bahsetmek yerine kin ve nefreti körükleyen bir tutum sergilenmekte. Öyle ki; “İnanç ve ibadet etme özgürlüğünü kazandıran” büyük Atatürk’e Cumhuriyet’in 100. yılında bile Cuma hutbesinde “hayır duası” etmeyecek kadar düşmanca tavır içindeler. Pervasızlıklarının nedeni, başta CHP yönetimi olmak üzere muhalefet partilerinin laikliğe önem vermemesi ve Diyanet’in anayasal laikliği yok eden konumuna karşı çıkmamasıdır.
∗∗∗
Önceki Turizm Bakanlarımızdan Bahattin Yücel bu durumu şöyle değerlendiriyor; “Yüzüncü yaşına giren Cumhuriyet’imizin beşte birini ona karşı olan bir siyasal iktidarın yönetiminde geçirdik. Cumhuriyet’in ‘kurucu partisinin’ yöneticileri, TBMM’nin tarihinde ilk kez; radikal İslamcıların yüce Meclis’e girmelerine olanak sağladılar. BOP tasarımcılarının toplumsal belleğimizden silmeye çalıştıkları, bu ülkenin en güçlü ortak paydası olan Mustafa Kemal Atatürk olduğunu artık kabul edilmelidir...”
∗∗∗
TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın, kimlik soran Erdoğan’a verdiği cevap veciz bir anlam taşıyor. Baş diyor ki;
“Biz Türkiye’yiz Erdoğan, sen kimsin?
Biz ümmet değil, halkız Tayyip Erdoğan!
Saraylarda değil, 80 metrekare dairelerde, gecekondularda oturan emekçileriz.
Ejder meyveleri yiyemeyip, askıda ekmeğe muhtaç ettiğin insanlarız.
Borçlarımız nedeniyle bankaların kara listesindeki milyonlarız. İşsizleriz...
Köyleri bombalanan, Roboski’de katledilenleriz.
Sen kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum diyensin.
Biz Özgecan’ız, Gülistan’ız, Nadira’yız. Sen doğa katliamı emirlerini verensin.
Sen anahtarı teslim edip İngiliz zırhlısıyla kaçan Vahdettin’in torunusun, biz kurtuluş için savaşanların.
Sen emanete ihanet edensin, biz İstanbul’uz.
Sen parsel parsel satansın, biz Ankara’yız.
Sen teksin, biz biriz, birliğiz!
Biz Türkiye’yiz Recep Tayyip Erdoğan, sen kimsin?"
∗∗∗
Demem o ki; Cumhuriyet 2’inci yüz yıla girerken gelinen nokta bize çok şey anlatıyor. Laiklik olmadan, düşünce ve ifade özgürlüğü oluşamaz. O zaman yurttaş da olunmaz. Dolayısıyla demokrasiye ulaşılmaz, sosyal hukuk devleti kurulmaz. Siyaset yapma biçimi değişmeli, parti yönetimleri ideolojilere inanmış üyelere teslim edilmeli. Ülkeyi tek adamlar değil halkın temsilcileri yönetmeli…