Jeoturizm son yıllarda başta Çin olmak üzere tüm dünyada oldukça hızlı gelişen sürdürülebilir kalkınma ve doğa koruma amaçlı bilgi ve bilim temelli yeni bir turizm türü. Aslında biraz dikkatli bakınca içinde jeoloji olmayan bir turizm türü de yok gibi. Hayranlıkla izlediğimiz şelaleler, mağaralar, içinde yürüdüğümüz kanyonlar, yüzdüğümüz sahiller, binlerce yıllık antik kentler ve kaplıcalar bu örneklerden sadece öne çıkanlar. Farkında olmadan bilmeden yapığımız bu jeoturistik geziler artık daha bilimsel daha farkındalık yaratan bir noktaya gelmiş durumda. Ancak jeoturizm kavramından önce Ekoturizm kavramını açıklamak gerekiyor. Çünkü jeoturizm artık yeni bir Ekoturizm türü olarak ön plana çıkmaya başladı.
Ekoturizm, özellikle biyolojik çeşitlilik kavramının önemini artırmasıyla yeni bir turizm türü olarak yaşamımızda önemli bir yer almaya başladı. Basit olarak ekoturizm biyolojik varlıkların egemen olduğu doğal alanlara odaklanankorumayı da amaçlayan sürdürülebilir bir ekolojik turizm türüdür. Eko turizmin amacı çevre ve kültürel farkındalığı desteklemek, elimizdeki biyotik varlıkların kıymetini bilmek, anlatmak ve korunmasını sağlarken de sürdürülebilir bir kalkınma modeli geliştirmektir.
Ülkemizde bazı önemli projeler dışında eko turizmin, bir şelaleyi ziyaret etmek veya doğa yürüyüşü yapmaktan öteye geçmemesi aslında çok da şaşırtıcı değil. Oysa eko turistler, birbirinden bağımsız seyahat eden insanların bir karışımı olabileceği gibi, bilimsel, eğitsel ya da manzara seyretme amacıyla organize olmuş insan gruplarından ve tatillerini bir bölümünü ekoturizm aktivitelerine ayıran, bilim ve bilgiye değer veren bireylerden oluşur eko turistler iyi eğitimli, profesyonel/yarı profesyonel, 20 ile 50 yaşları arasında, bağımsız ve bireyci, geleneksel turistik destinasyonlardan farklı seçenekler ve farklı deneyimler arayan ve önemli harcama gücüne sahip insanlardır.
Ekoturizm doğada zaman geçirmeyi seven, geleneksel kültürlere meraklı küçük grupların doğası ve kültürel yapısı henüz bozulmamış yerlerde yaptıkları küçük gezilerle başladı. Öncelik görmek, hayran olmak, paylaşmak ve korumaktı. Yani ekoturizm hasar veren bir süreci asla kabul etmiyordu. Ancak zamanla bu küçük gruplar o kadar büyüdü ki ekoturizm, ana akım turizm faaliyeti haline gelmesi amacın dışına çıkmaya başladı. Koruma amaçlı olarak başlayan ekoturizm faaliyetleri yola çıktıkları değerleri hızla yok etmeye başladı. Böylece, doğayı, büyük bir endüstri haline gelen ekoturizm faaliyetlerinde korumak için programlar geliştirildi başlandı. Zamanla ekoturizm, abiyotik varlıklar ile öne çıkan Jeoturizme kavramı çıktı ortaya.
Son yıllarda jeolojik miras kavramının ardından Jeoparkların ortaya çıkması, jeoçeşitliliğe bağlı olarak abiyotik varlıkları kapsayan Jeoturizm’i öne çıkarmaya başladı. Avustralyalı yerbilimci Angus M Robinson “ Jeoturizm, büyük potansiyeli olan yeni ve egemen ekoturizm türüdür” diyor. Yazara göre diğer yüksek değerli turizm alanlarına hangi kurallar uygulanıyorsa Jeoturizm için de aynı kurallar uygulanmalı. Jeoturizm önem kazandıkça yavaş yavaş ekoturizm kavramının yerini doldurmaya da başladı. Biyotik nesne ağırlıklı ekoturizm el değmemiş yerleri tercih ederken jeoturizm için bu ana sorun değildir. Eski bir maden ocağı, antik bir taş ocağı, üzerinde insanların gezdiği travertenler, bir fay düzlemi, bir fosil yatağı veya mineral oluşumu önemli jeoturistik değerlerdir. Bu da jeoturistik destinasyonların sayısını düşünemeyeceğiniz kadar artırıyor. Sıradan bir turist doğada bir gün dolaşarak sadece zaman geçirirken, aynı yerleri gezen bir jeoturist bu doğal güzelliklerin nasıl oluştuklarını ve jeolojik diğer öykülerini dinleyerek bilgi sahibi olur. Zaten jeoturizm için bilgi temelli bir turizm türü demek hiç de yanlış olmaz.
Özellikle çocukların bulunduğu küçük gruplarlar yapılan jeoturistik geziler hem çocukların dünyaya bakış açısını değiştirir hem de dogmatik bir takım bilgileri sorgulama özelliği kazandırır. Avrupa ülkeleri ve Çin’de çocuklar için jeoturistik faaliyetler oldukça ivme kazanmış durumda.
Jeoturizmin önemli bir avantajı da yılın her mevsiminde yapılabilir olması. Özellikle sadece yaz aylarında üç-dört ay ziyaretçi ağırlayabilen turistik beldeler jeoturizm ile bu süreyi 10-12 aya çıkarabiliyorlar
Ülkemiz olağanüstü bir jeoçeşitliliğe sahip. Bu jeoçeşitlilik de oldukça zengin jeoturizm rotalarının ve noktalarının ortaya çıkmasına neden olmuş. Türkiye hem görsel hem de bilimsel bir değere sahip jeolojik oluşumların çok bol bulunduğu bir bölge. Türkiye Jeoloji tarihi boyunca birçok büyük okyanusun açılıp kapandığı, bu okyanusların izlerinin Anadolu'da rahatlıkla gözlenebildiği zengin bir jeolojiye sahip. Ege Bölgesi de oldukça zengin.
Jeoturizm birçok ülkede çok rağbet görmesine rağmen Çin bu konuda liderliği kimseye bırakmıyor. Çin’de 42 UNESCO onaylı jeopark ve yüzden fazla ulusal jeopark bulunuyor. Bu jeoprakların tümü de ciddi jeoturistik faaliyetler ile ön plana çıkıyorlar. Dünyanın her tarafından bu jeoparklara jeoturistik amaçlı gelen milyonlarca insan jeoparkların bulunduğu bölgelerin hatırı sayılır gelirler elde etmesine neden oluyorlar.
Bu yazımda kısaca Çin’de ziyaret ettiğim iki jeopark, Zhangye ve Bingao Danxia Jeoparkları ile İzlanda’da ziyeret ettiğim Katla jeoparkı izlenimlerimi anlatacağım. Çin’deki iki jeopark bilimsel olarak çok önemli. Ancak asıl ilgiyi Zhangye jeorkındaki manzaraları çekiyor. Jeoloji tarihini bir döneminde oluşmuş renkli kayalar olağanüstü görüntüler sunuyorlar. Ortalama ziyaretçi sayısı yaklaşık 50 bin kişi. Bingao ise daha çok aşınma şekilleri ile öne çıkıyor. İzlanda’daki katla jeoparkı aktif volkanlar ile bu volkanların ürünlerin gözlendiği olağanüstü bir coğrafya. Bu üç jeopark da jeoloji temelli bir turizm türü ile çok ciddi gelirler elde ediyorlar.
Bir dahaki yazımda Türkiye ve Ege bölgesinin jeoturistik özelliklerin anlatacağım.
HABER: YG