2021 yılının ilk yüz gününün siyasal bilançosu, bu yazımızın konusudur.
2002 seçimlerini kazanan AKP, tam 19 yıldır siyasal iktidarı elinde tutuyor. Seçim hukukuna, adalet ve eşitlik ilkesine aykırı olarak mühürsüz oyların Yüksek Seçim Kurulu’nca kabul edilmesi sonucu 16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasıyla yapılan anayasa değişikliğiyle Türkiye, adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olan bir yönetim modeline geçti.
Kuvvetler ayrılığı ilkesini altüst eden, denge ve denetim sistemini ortadan kaldıran bu model, dünyanın hiçbir yerinde uygulanmamaktadır.
Dört yıldır uygulanan bu modelin hata ve eksiklikleri, 2021 yılında tamamen ortaya çıktı. Model hakkındaki eleştiriler artık yurtdışına taşmış bulunuyor. Nitekim Alman Bilim ve Politika Vakfı’ndan (SWP) Dr. Sinem Adar ve Dr. Günter Seufert’in bu konuda yazdığı ve “Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Kurumlara ve Politikaya Genel Bir Bakış” başlığını taşıyan rapora göre “... yeni sistem Türkiye’de büyük yıkıma neden oldu. Yürütme yetkisinin tek elde toplanması, parlamento, yerel yönetimler gibi ‘seçilmiş’ organların yanı sıra bürokrasi ve yargıyı da zayıflattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bürokrasi ve yargıya derinlemesine müdahale eden, orduyu kontrol altına alabilen bu yeni sistem aracılığıyla kurumsal olarak iktidarını güvence altına almaya çalıştı. Erdoğan’ın, ülkenin yönetim biçimini değiştirirkenki temel motivasyonunun, ‘laik Kemalist ideolojiyi bastırmak ve ülke nüfusunun tamamına muhafazakâr bir korse giydirmek’” olduğu vurgulanıyor. Rapora göre bu girişim, “Toplumun laik kesimleri üzerindeki büyük devlet baskısına rağmen başarısızlıkla sonuçlandı.”
MHP hariç bütün siyasal partiler, bu sistemin karşısında ve güçlendirilmiş parlamenter sisteminin yeniden siyasal yaşama geçirilmesini istiyorlar.
Krallık dönemiyle ilgili bir söylem vardır: “Krala en çok zararı kraldan fazla kralcılar verir”. Kralı kendisi değil, etrafındaki şakşakçılar ve yalakalar rezil eder, kötüye götürür.
Saray’da çok danışman var. Saray’ın tam kadrosu belli değil. Bu danışmanlar birkaç yerden maaş alıyorlar. Gazetelere yansıyan haberlere göre iki yerden, üç yerden aldıkları maaşlar yüz binleri aşıyor.
Bu yetmiyor, bu atanmış devlet memurları (bürokratlar) seçilmişlere karşı her ortamda parmak sallıyorlar.
Kimileri de kendi başkanlıklarını dokunulmaz gibi görerek kendisine bağlı kuruluşları harekete geçirip, eleştiri yapan gazetelere yasadışı, hukuk dışı, adalet dışı ağır ekonomik cezalar yağdırıyorlar.
Özetle, Erdoğan’ı aslında uygulanan “ucube model”in “zaafları” ile danışmanlar ve atanmışlar yıpratmayı sürdürüyor.
Dünyanın hiçbir yerinde olmayan ne yazık ki “Türk işi Cumhurbaşkanlığı” adı verilen bu model, halk tarafından da eleştirilmeye başlandı.
Son kamuoyu yoklamaları, sistemin halk desteğini kaybettiğini gösteriyor.
Değişik anket kuruluşlarının saptamalarının özeti şöyledir:
AKP’nin yüzde 40’larda olan sabit oyu yüzde 30’lara düşmüştür. Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’nı geçmektedir.Siyasal iktidar baskılarını artırdığı oranda gücünü kaybediyor. Anketler iktidarın aşağıya doğru gittiğini gösteriyor. Yolsuzluk, yoksulluk, pahalılık, işsizlik arttıkça iktidarın da tabanı daralıyor.
Demokratik seçimlerde ekonomik durum, seçmeni etkileyen en önemli unsurdur. Cumhurbaşkanı birkaç kez “benim uzmanlık alanım ekonomidir” açıklamasını yapmıştı. Ayrıca “Faiz sebep, enflasyon neticedir” gibi bilimsel geçerliliği olmayan tezi bir slogan olarak her vesile ile tekrarladı.
Oysa günümüzde kamu ekonomi alanı çok karmaşıktır. Mikroekonomi, makroekonomi, arz-talep dengeleri, Merkez Bankası (MB) politikaları, denk bütçe-açık bütçe hesapları, ithalat-ihracat dengeleri, devlet yatırımları, üretime dayalı ekonomik istihdam yaratılması ve işsizlik gibi yüzlerce girdinin analiz edilerek yürütülmesi gereken bir alandır, kamu ekonomisi.
Erdoğan’ın “faiz - enflasyon” tezi sonucunda, son 5 yılda 4 kez Merkez Bankası Başkanı değiştirildi.
Hazine Bakanı Berat Albayrak, 5 ay önce nedeni bilinmeyen bir gerekçeyle istifa etti. MB Başkanlığı’na Ağbal getirildi. MB kredi faizleri yüzde 8.5’ten önce yüzde 15’e, ardından yüzde 17.5’e çıkarıldı. Dövizin yükselme trendi durduruldu. Ancak faizleri yükselten, Ağbal da ünlü, “Faiz sebep, enflasyon neticedir” sloganına kurban gitti.
En son ekonomik veriler, Türk ekonomisinin giderek zor günlere doğru yürüdüğünü gösteriyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı resmi verilere göre 2020 yılı son çeyreğinde, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar dolar, dış borç stokunun milli gelire oranı ise yüzde 62.8’dir. Merkez Bankası rezervlerinin düşük olması, yabancı sermayenin giriş yapmaması nedeniyle bu oran çok tehlikelidir. Uluslararası ekonomi alanında da dikkatle izlenmektedir.
MB döviz rezervleri zayıftır. Dışarıdan dövize dayalı yatırım hemen hemen durmuştur. Uluslararası ekonomi alanında MB’nin durumu tartışmalıdır. Bu nedenlerle yukarıda belirtilen oran yeterli olamıyor.
Veriler, MB’nin net döviz rezervlerinin de 2 Nisan haftası itibarıyla gerilediğini gösteriyor.
TÜFE’de 2021 yılı mart ayında bir önceki yılın mart ayına göre yüzde 16.19 artış gerçekleşti. En son 2019 yılının ekim ayında tek haneli sayıları gören yıllık enflasyon, o zamandan bu yana çift hanede seyrediyor.
2021 yılı şubat ayında işsiz sayısı bir önceki aya göre 250 bin kişi artarak 4 milyon 236 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0.7 puanlık bir artış gösterdi ve yüzde 13.4 seviyesine ulaştı. Gerçek işsizliğin yüzde 20 düzeyinde olduğu belirtiliyor. TÜİK, pandemi dönemi boyunca yayımladığı bültenlerde açıkladığı rakamlarla, işsizliğin azaldığını ifade etmiş, muhalefet partileri ve vatandaşlardan büyük tepkiler almıştı.
1 Ocak 2021’de 7.42 düzeyinde olan dolar, 1 Nisan 2021’de 8.25’e fırladı. Bu durum, Türk parasının en az yüzde 15 oranında değer kaybettiğini gösteriyor.
Türk ekonomisi kırılgan ve zor bir dönem yaşamaktadır. Dar gelirli vatandaş çok güç yaşam koşulları içindedir. Ekonomik durum seçimleri etkileyecektir.
Boğaziçi Üniversitesi, öğrenci ve akademisyenlerinin direnişi100 günün önemli bir olayı da Boğaziçi Üniversitesi’ne demokrasi ilkelerine aykırı olarak atanan kayyum rektör olayıdır.
2 Ocak 2021’de Profesör Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Üniversitenin öğrencileri ve akademik kadrosu, öğretim üyeleri bu antidemokratik atamaya karşı çıktı. Bu direnç 100 gününü doldurmuş bulunuyor.
Öğrenciler gözaltına alınıyorlar, tutuklanıyorlar ancak gösterilerden vazgeçmiyorlar. Akademisyenler 100 gündür kararlılıkla bu harekete karşı dirençlerini sürdürüyorlar.
Bu harekete karşı 147 yazar ve düşünür, “zulme ve baskıya boyun eğmeyeceğiz” diyerek Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve akademisyenlerinin yanında yer aldı.
Öğrenciler hakkında iddianameler yazıldı, haklarında onlarca yıl hapis isteniyor. Bu olay, 2021’de AKP iktidarının düşünce yapısını göstermesi yönünden örnek olarak siyasal tarihe geçecektir.
Polisin üniversite kapısına taktığı kelepçe, üniversitelere ve düşünce özgürlüğüne karşı bir simge olarak tarihteki yerini alacaktır.
SİYASAL BİLANÇOHazine Bakanı Berat Albayrak’ın görevden ayrılmasında “MB rezervlerinin eksi bilanço sonucu vermesi” gerekçe olarak gösterilmişti. Dövizin hareketli olduğu bir zaman diliminde MB’de dolarların kimlere satıldığı sorusu önem taşıyor.
Bu döviz dalgalanması sürecinde Merkez Bankası zarara uğratılırken, bir kısım yandaş zengin ediliyor. Bunun yanıtı verilemiyor.
Biraz geriye gidelim, 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, 2003 yılında Meclis’te Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyon, Merkez Bankası’nda satılan dövizlerle ilgili araştırma yaptı. AKP milletvekilleri, MB Başkanı Gazi Erçel’in döviz krizi öncesinde TL hesabını dolara çevirmesi üzerinde duruyordu. Gazi Erçel’in 50 bin doları ve toplamda 5 milyar dolarlık döviz satışının kimlere ve hangi bankalara satıldığı araştırılıyordu.
Şu anda 128 milyar dolarlık satış söz konusudur, 2003 yılında Meclis araştırması yapılan rakamın 25 misli fazla... Ama hiçbir şey yapılamıyor.
Merkez Bankası, Hazine Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı bu satışın kimlere yapıldığını açıklayamıyor. CHP’nin “Merkez Bankası’ndaki 128 milyar doların hangi yöntemle, kime satıldığı” ile ilgili genel görüşme önergesi TBMM’de AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
Bu 128 milyar dolar, hangi bankalara, hangi şirketlere ve kişilere gitti? İşte sorun budur. CHP’nin bu konu ile ilgili afişleri polis kanalıyla kaldırılıyor. Bu durum, kamuoyunda kuşku yaratıyor.
Kuşkusuz Covid-19 pandemisi ve önlemleri kamuoyunu birinci derecede ilgilendirmektedir. 2020 yılının mart ayında başlayan salgın ve alınan önlemler, zaman içinde dalgalanmalar yarattı.
Bir yanda esnafa, çalışanlara restoran ve dükkânlara uygulanan önlemler, öte yanda AKP’nin yaptığı “lebaleb dolu kongreler” kamuoyunda tepki oluşturmuş bulunuyor.
Aşılamada düzensizlik, aşılar için ödenen paraların açıklanmaması ise ayrı bir konu. Vaka sayısında Türkiye, neredeyse Avrupa’nın birincisi oldu. Küçük esnaf ve çalışan emekçiler büyük sıkıntı içinde. Covid-19 pandemisi konusunda eşitsiz davranış AKP’nin aleyhine bir puan olarak yazılıyor.
MONTRÖ KONUSUSon on gündür bir de Montrö sorunu yaşanıyor. Erdoğan’ın daha önce gerek Lozan gerekse Montrö hakkında zaman zaman olumsuz çıkışlar yapması, bu konuda “hassasiyet” yaratmıştı. Nitekim, Ocak 1920’de 124 emekli diplomat “Montrö” konusunda ciddi bir bildiri yayımlamış, Montrö’nün milli çıkarlarımız açısından önemini belirtmişlerdi.
Bu kez 3 Nisan 2021’de 104 amiral, Montrö ile ilgili bir bildiri yayımladı. İktidar, bu bildiriden bir siyasal rant devşirmek istedi. Konuyu “darbe” olarak niteledi. Bu olaydan “mağduriyet algısı” yaratarak kamuoyunu etkilemeye çalıştı. 10 emekli amirali 8 gün gözaltında tutarak “güç gösterisi” yapmak istedi.
Amirallerin bildirisine karşı yapılan hareket, aslında bir ifade özgürlüğü sorununa dönüştü. Bildirinin bir darbe girişimi olarak yorumlanması, yapılan soruşturma, 10 amiralin 8 gün gözaltında tutulmaları açık bir biçimde ifade özgürlüğüne yapılan haksız bir müdahaledir. İfade özgürlüğüne açıkça karşı çıkmaktır.
Yaşamlarının en az 40 yılını TSK’nin onurlu mensubu olarak geçirmiş emekli amiraller, evlerinden sabaha karşı apar topar alınıp götürüldüler ve bir günde bitecek sorgulama için 8 gün gözaltında tutuldular.
En basit deyişle bu hareket “ayıptır”, “vefasızlıktır.” Askere karşı AKP’nin yaptığı bir itibarsızlaştırma hareketidir.
Ancak çok ilginçtir ki amiraller gözaltındayken, Karadeniz’de ABD ile Rusya arasında güç savaşı baş gösterdi. ABD, Karadeniz’e iki savaş gemisi gönderme kararı aldı. Moskova, NATO’yu ve ABD’yi “Bölgeyi barut fıçısına çevirmekle” suçladı. Amirallere karşı en ağır “itham”ların yapıldığı hafta gerçekleşen bu olay, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemini bir kez daha açıkça ortaya koydu.
Montrö’yü savunan, Mavi Vatan kavramını yaratan, emperyalizme karşı mücadele eden amirallere karşı girişilen bu katı tutumun nedenleri çok önemlidir. Bu amiraller, zamanında FETÖ’ye karşı çıktıkları için mi acaba kendilerine bu derece rahatsızlık veriliyor? Bu soru, bir çengel gibi kafalarda yerini almıştır.
Acaba FETÖ’ye karşı çıktıkları için mi, lojmanları ellerinden alınıyor? Atatürkçü oldukları için mi orduevlerine girmeleri yasaklanıyor?
Ancak başına sarık, sırtına cüppe giyip devletin kendisine verdiği makam aracıyla tarikata giden amiral hakkında şu ana kadar bir şey yapılmadı.
“Araştırma sürüyor” diyorlar. Neyin araştırması... Her şey ortada. Cüppeyi giymiş, takkeyi takmış, fotoğrafını da servis etmiş. Herhalde bürokratik sistem içinde, kendisini koruyan, kollayan büyükleri var ki araştırma hâlâ sürüyor.
Cumhur İttifakı, son yapılan anketlere göre sürekli oy kaybediyor. MHP, iktidarın ufak ortağı olmaktan memnun olduğunu belirtiyor. Geçen haftaki pazar yazımızda, uzun yıllar Türk siyasal yaşamında yer alan MHP Genel Başkanı Bahçeli üzerinde durulmuş ve genel kabul gören bir düşünceye göre Bahçeli’nin siyasal görüşlerinin dışında “ciddi bir kişilik” olduğunu belirtmiştik. Çıkışlarıyla ün salan Bahçeli, geçen hafta “Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını” istedi.
Böylesi öneriler ileri süren Bahçeli ile ilgili “ciddiyet” unsurunun artık tartışmaya açıldığını belirttik. AYM kapatılacak ve zaten tartışmalı olan ülkemiz demokrasisi, bütün dünyada daha da tartışmalı hale gelecektir. Akılla bağdaşır bir öneri değil...
HDP’nin kapatılması yönündeki girişim sürüyor ve konu Anayasa Mahkemesi’ndedir. HDP sözcüleri, her olasılığa hazır olduklarını ve yollarına kararlılıkla devam edeceklerini belirtiyorlar.
İYİ Parti, gerek verdiği mesajlar gerekse Akşener’in halkın ve esnafın içinde yaptığı temaslarla oy oranını yükseltiyor. Ancak Akşener’in emekli amirallerin milli çıkarlara dayalı olarak yaptıkları açıklamayı “zevzeklikle” nitelemesi kendisi açısından bir eksi puan oldu. Onurlu geçmişlerine ve uzmanlık alanlarına dayanarak bu konuda onlar açıklama yapmayacaklar da kim yapacak sorusu doğrudan Akşener’e yönlendirildi.
Saadet, DEVA, Gelecek partileri çalışmalarını sürdürüyor. Onların Cumhur İttifakı’ndan koparacakları her küçük oy oranının, Türk siyasal yaşamında önemli olduğu biliniyor.
CHP, “128 milyar dolar nerede” girişimini bütün Anadolu’ya yayacağını açıkladı. CHP, halkı ilgilendiren önemli bir konuda başlattığı girişimi sürdürürse önemli bir siyasal girişime imza atacaktır.
Dış politikada, Libya ve Mısır konusunda olumlu gelişmeler görülüyor. Türkiye’nin dinsel, mezhepsel güdülenmelerle Müslüman Kardeşler ideolojisine sarılarak Mısır’la sorun yaratması çok büyük hataydı ve milli çıkarlara ters bir tutumdu. Bunun düzeltilmesi yoluna girilmesi olumludur. Aynı yaklaşımın bir an önce Suriye’de Esad rejimine karşı gösterilmesi gerekmektedir.
Muhalefet partileri doğal olarak erken seçim istiyorlar. CHP ve İYİ Parti liderleri ekonominin kırmızı işaretler vermesi nedeniyle iktidarın sonbaharda erken seçime gidebileceğini belirtiyorlar.
İlk 100 günün siyasal bilançosu kısaca böyledir. Yukarıya özet olarak aldığımız TÜİK’in resmi verileri Türk ekonomisinin kırılgan ve çok zor bir dönem yaşadığını ortaya koyuyor. Buna paralel olarak da Türk siyasal yaşamı çok kırılgan bir durumdadır.