Menderes ve Demirel, genellikle “Komünizm geliyor” sloganını kullandılar. Erdoğan iktidarı da “darbe geliyor” sloganını kullanıyor...
Menderes, “Komünizm geliyor”, Demirel, “Ortanın Solu Moskova’nın yolu” diyerek kamuoyunu yönlendirirken AKP siyasal iktidarı da “darbe geliyor”, “milli iradeye karşı çıkılıyor”, “bunlar terörist” söylemiyle gerçek gündemi saptırmaya çalışmaktadır.
Sosyal taban konusu
AKP, Menderes-Demirel-Özal geleneğini sahiplenip; bu üçlüye, Erdoğan’ı katmak istemiştir. Her ortamda kendilerini DP’nin devamı gibi göstermişlerdir.Oysa sosyolojik tabanlarda ayrışma var. DP, DYP ve AKP’nin dayandıkları sosyal taban birbirinden ayrıdır. Menderes döneminde nüfusun yüzde 20’si kentlerde, yüzde 80’i kırsal alanda yaşıyordu. Menderes de büyük toprak sahibiydi. Menderes, toprak sahipleri ile savaş sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami hayat tarzını yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu. Aslında Menderes, özel teşebbüsçü ve Türkiye’yi “küçük Amerika” yapmak isteyen bir başbakandı.
Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışıyordu. Demirel’in de laiklikle sert ve keskin bir hesaplaşması olmadı.
Kapitalist sistemi benimseyen Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, ABD’nin “bizim çocuklar” dediği askerlerle ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in(Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti.
En derin ayrım laikliğe bakış
Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir. Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini açıkça bildirmekten çekinmemiştir.Türkiye’de muhafazakâr düşüncenin sosyolojik temelleri üzerinde çalışmış, muhafazakâr düşünce kaynaklarına yorumlar getirmiş ve Gülen cemaatine ilişkin olumlamalarıyla bilinen Prof. Şerif Mardin, Erdoğan için “sosyolojik olarak Milli Görüş hareketinden ziyade Menderes’e benzemek istiyor. Ancak AKP’nin sosyal kökeni başkadır. Menderes’in sosyal yapısı, AKP’nin sosyal yapısı değildir” diyor.
Bu temel sosyolojik noktaları özet olarak ortaya koyduktan sonra, uygulamaları analiz etmeye devam edelim.
Benzer uygulamalar
Sosyal taban konusunda ayrışım olsa da iktidar yürüyüşündeki uygulamalar büyük benzerlik gösteriyor.Sağcı iktidarlar kamu kaynaklarını kullanmakta çok beceriklidirler. Kamu kaynakları kullanılarak “besleme” ya da “yandaş” yazılı basın (gazeteler) ve görsel basın (televizyon kanalları) yaratılmıştır.
Ayrıca, basın ile ilgili kamu kurumları (BİK ve RTÜK) kullanılarak eleştiri yapan basın cezalandırılmaktadır.
Besleme Basın- Yandaş Basın
AKP’nin; özellikle Ziraat Bankası, Halkbank ve VakıfBank gibi kamu bankalarının büyük kredileriyle yandaş basın yarattığı konusunda belgelere dayalı makaleler ve kitaplar yayımlandı. Bu konuyu artık herkes biliyor. DP de aynı yöntemlerle besleme basın oluşturmuştu.Tirajı çok düşük olsa da iktidarı tutan gazeteler kayırılıyordu. Bu nedenle Menderes döneminde yaratılan basına “besleme basın” adı verilmişti.
DP döneminde devlet olanaklarının parti propagandası için kullanılma yönteminin en çarpıcı örneklerinden birisi Güneş Matbaacılık olayıdır. O devirde İş Bankası’ndan sağlanan büyük kredilerle yaratılıp büyütülmüştü. Bugün de “yandaş” basın aynı metotlarla kurulmuştur.
Örtülü Ödenek- Kamu Kaynakları
DP döneminde iktidar, kendisine yandaş olan gazetecileri örtülü ödenekten maaş bağlayarak destekliyordu. Devlete ait kâğıt fabrikası SEKA’dan gazetelere yapılan tahsisler adil dağıtılmıyor, muhalefet yapan gazetelerin kontenjanları kesiliyordu.Öte yandan yüksek kâğıt tahsisi alan ancak düşük tirajları olan gazeteler, bu kâğıtları satarak büyük gelirler elde ediyorlardı. Resmi ilanlar da bu gazetelere yönlendiriliyordu. Bu nedenle o dönemde bu gazetelere “besleme” basın adı veriliyordu.
Bugün, besleme basının yerini “yandaş basın” tutuyor. Kamu bankaları, kamu kuruluşları, THY, yandaş basına sürekli ilan desteği veriyorlar.
Basın İlan Kurumu ve RTÜK
DP’nin basına karşı uyguladığı yasadışı adaletsizliklere karşı, özellikle resmi ilanların adaletli dağıtılmasını sağlamak amacıyla 1960’tan sonra Basın İlan Kurumu (BİK) kurulmuştur.BİK, gazetelerin tirajlarına göre resmi ilanları dağıtacaktı. Ancak bugün biliniyor ki, Cumhuriyet, Sözcü, Karar, Yeniçağ, Evrensel ve Birgün dışında tüm gazetelerin tirajları şişirmedir. Hemen hemen hiçbirinin tirajı doğru değildir. Bu şişirme rakamlara göre resmi ilanlardan hak ettiklerinden çok daha fazla pay alıyorlar.
Ayrıca BİK, siyasal iktidarın elinde özellikle Cumhuriyet gazetesini yola getirmek, ekonomik baskı altına almak için resmi ilan kesme cezaları yolunda kullanılıyor.
BİK’in tarafsız olması gereken başkanı da kendisini yargıç gibi kabul edip, hukuk hocalarına, yargıda 30-40 yılını vermiş yüksek yargıçlara, baro başkanlarına “Ismarlama yazılarla, hukuksal analiz kisvesi altında siyaset yapılıyor” diyebiliyor.
2021’e girerken gazetecilerin durumu
Türkiye’de 68 gazeteci yeni yıla cezaevinde girdi. 2020 yılında gazeteciler en az 479 kez hâkim karşısına çıktı; 78 gazeteci gözaltına alındı, 25’i tutuklandı. 2 TV kanalı ise 26 günlük yayın hayatına iktidarın siyasi baskıları sonucu veda etmek zorunda bırakıldı. 5 gazeteye de 2020 içinde toplam 333 gün ilan kesme cezası verildi. En fazla ceza kesilen gazete Cumhuriyet oldu.Ancak bir hareket başladı ve iki aya yakın bir süre okurlar ve okurlardan oluşan gruplar Cumhuriyet gazetesini dayanışma ile destekliyorlar. Bu, son derece önemli bir toplumsal harekettir. Dünyada bir benzeri yoktur.
Ayrıca 2020 yılında Türkiye’de iktidarın istemediği birçok habere erişim engeli konulması devam etti. 2020’de TBMM’de kabul edilen sosyal medya düzenlemesiyle artık basın kuruluşları “istenmeyen içerikleri kaldırma” taleplerini yerine getirmek zorunda bırakıldı. Yasanın ekim ayında yürürlüğe girmesiyle özellikle siyasetçilerin kendileriyle ilgili yolsuzluk, taciz, tecavüz, torpil iddialarını konu alan haberlere yönelik “içerik kaldırma” taleplerinde artış yaşandı. Türkiye, Freedom House’un raporunda “internet özgürlüğü olmayan ülkeler” arasında yer aldı.
Söylemler
Yukarıda, Menderes’in “Komünizm geliyor” söylemi üzerinde durulmuştu. Menderes, 1959’dan sonra “Komünizm geliyor” yerine sürekli “bunlar ihtilal yapacaklar” söylemini kullanmıştı.AKP siyasal sözcüleri de son haftalarda bu konuda yoğunlaşıyorlar. Güç Odakları Mücadelesi adını taşıyan ve geçen hafta yayımlanan kitabıyla ilgili gazetemizde yer alan söyleşide eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Eğer Menderes, 25 Mayıs’ta seçimi ilan etseydi ihtilal olmayabilirdi” diye bir görüş ileriye sürdü. Bir merkezden düğmeye basılmış gibi tüm AKP sözcüleri ve yazarlar Sayın Başbuğ’a “darbeyi övüyor” diye saldırdılar. Oysa Başbuğ görüşünü söylüyordu; “Seçim ilan edilseydi ihtilal olmayabilirdi” diyordu.
AKP iletişim politikasının önemli bir niteliği bir merkezden yönetilen makale sistemidir. Aşağıdaki görsel, bunun bir kanıtıdır. Aynı başlıkla aynı konuda 13 yazar yazı yazıyor. Bir merkezden yönetilen bir uygulama. Bu yöntem, AKP’nin iletişim uygulaması olarak tarihe geçecektir.
‘Sözde Cumhurbaşkanı’
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “Sözde Cumhurbaşkanı” söylemi AKP’yi çok etkiledi. Kılıçdaroğlu, “sözde Cumhurbaşkanı” diyerek “milli irade”ye karşı geliyor”, “milli iradeye hakaret ediyor” diyorlar. Hatta daha da ileriye gidip “darbeyi çağrıştırmak için vesayet istiyor” diyorlar.Biraz soğukkanlı olalım. Körükleyici, köpürtücü konuşmaları bırakıp, ayakları yere basarak düşünelim.
Şu anda Türk siyasal yaşamında tarafsız Cumhurbaşkanlığı sistemi bir yana bırakılmış onun yerine “partili Cumhurbaşkanlığı sistemi” vardır. Erdoğan bir konuda konuşurken önce partili Cumhurbaşkanı olarak uzun uzun konuşuyor, özellikle ana muhalefet partisi liderine çatıyor. “Bay Kemal” diyerek onu küçümsüyor, sonra da konuşmalarının son kısmında çok kısa Türkiye’nin konularına değiniyor.
Partili Cumhurbaşkanlığını kabul edip, bunu sistemin temel unsuru haline getirdiğiniz dakikadan itibaren karşı eleştirileri de kabul etmek zorundasınız. Bugün Türkiye’de uygulanan sistem, demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde de böyle bir sistem yoktur.
Ya tarafsız cumhurbaşkanı olarak partiler üstü olacaksınız ya da partili cumhurbaşkanı olarak, muhalefet partilerinin eleştirilerini kabul edeceksiniz. Bu durumun başka bir yolu yoktur.
Seçmenin her zaman yüzde 25 oyuna sahip olan muhalefet partisi genel başkanının ve diğer partilerin sözcülerinin eleştirilerine saygı göstermek zorundasınız.
AKP sözcüleri bir kez daha düşünmelidir. Anayasaya girmiş bir “partili Cumhurbaşkanlığı sistemi var”, “Cumhurbaşkanı herkesi, her partiyi eleştirir ama ona kimse dokunamaz, Cumhurbaşkanını eleştirmek milli iradeye karşı gelmektir” derseniz, o zaman anayasal bir sorunla karşı karşıya kalırsınız. Bu durum “Biz her şeyi söyleriz ama siz cevap veremezsiniz” anlamına gelir ki, bunun adına da demokrasi denilemez.
Tarih ne diyecek?
Bütün dünya tarihi gösteriyor ki siyasal iktidarlar, bir gün gelir demokratik yollarla iktidardan ayrılırlar. Ama yapılan uygulamalar, yapılan konuşmalar, basına yapılan baskılar ve yapılan tehditler, siyasi tarihin konusu olarak ele alınır ve yazılır. Gelecek kuşaklar da bunları ibretle okurlar.Politikacılar “Tarih ne diyecek” sorusunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar.