Gar Katliamının üzerinden 9 yıl geçti. Adalet sağlanamadığı için acılar halen taze ve yaralar kanamaya devam ediyor.
Gar Katliamının göz göre göre geldiği gün gibi ortada. On binlerce insan çoluğunu çocuğunu alıp gelmişlerdi alana, adı Barış mitingiydi. Barışa ne kadar da ihtiyaç vardı ülkede. Halen de var. Sabahın ilk saatlerinden itibaren toplanmaya başlamıştı barışseverler. Hem sadece Ankara’dan değil, yurdun dört bir yanından. Halaylar çekilmeye başlandı, şarkılar, türküler hep güzellikler olsun diye söylendi.
Saat tam 10.04 de canlı bombalar alanda pimlerini çekip kendilerini patlattılar ve 104 vatandaşımız ve 500 ün üzerinde yaralı. Alan savaş alanına dönmüştü. Düşenler, bağıranlar, yardım isteyenler… Hepsi anında canlı yayınlarla televizyonlardan izlendi. Ben de orada olacaktım, hem de küçük kızımla. Çünkü bir çok eyleme onunla gidiyordum. O zaman 11 yaşındaydı. Tıpkı Veysel çocuk gibi… İşlerim izin vermedi yoksa orada olacaktık ve hatta çok da üzülmüştüm katılamadığım için…
Nasıl olmuştu bu olay 9 yıl öncesine gidelim. Her mitingde belki de 3 kez arma noktasına gelinirdi. O gün aranmadı kimse. Sonradan anlaşıldı ki, bombacılar istihbarat tarafından Gaziantep’ten çıktıkları andan itibaren takip ediliyordu. Ankara’ya nasıl geldiler, daha sonra alana nasıl geldiler hep izlenmişlerdi. Büyük bir kusur ve ihmal vardı. Neden önlenmemişti, halen soru işaretleri var. Dönemin Başbakanının Gar Katliamı sonrası yaptığı açıklama halen konuşuluyor. “Suç işlenmezse nasıl yakalayalım” demişti. Bu nasıl bir açıklama. Emniyet ve istihbaratın önleyici tedbirleri alması yetkileri alanında değil mi? Bu açıklama o günde tepki çekti, bugün de tepki çekmeye devam ediyor. Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun hani “ heyecanlı, öfkeli gençler” dediği İşid militanlarıydı bombacılar.
Olan bu ülkenin güzel ve masum insanlarına oldu. Her zaman olduğu gibi adalet bir türlü sağlanamadı. Çünkü kusuru olanlar, sorumlular yargılanmadı. Emniyet yetkilileri için Valilik soruşturma izni vermedi. Halen yürüyen davada failler yargılanıyor fakat sorumlular yargılanmıyor. Sorumluluğu üstlenip istifa eden bakan yada bürokrat da yok. Çünkü böyle bir kültür ve gelenek yok artık. Gelişmiş Batı demokrasilerde bu olay olsa, İç İşleri Bakanından başlayarak ilgili ne kadar bürokrat varsa istifa ederlerdi. Yunanistan’da bir tren kazasında 8 Yunan vatandaşı hayatını kaybetti hemen kendisini sorumlu tutan Ulaştırma Bakanı istifa etti. Biz de mi? Hadi bir örnek vereyim, Mekece’de başımıza gelen (göz göre göre gelen) hızlandırılmış tren faciasında 41 vatandaşımız hayatını kaybediyor, dönemin ulaştırma bakanı Binali Yıldırım sorumluluk alıp istifa etmek yerine “kader” deyip olayı kapatıyor. Oysa Demokrasi sadece oy kullanıp bizi yönetecekleri seçmek değil…
Peki bu güne dönelim bizde Ankara Garı önünde yerimizi aldık, ölen 104 vatandaşımızın fotoğrafı olan pankartın arkasında. Bir gün önce açılışı yapılan bir anıt hemen dikkat çekti. Bir annenin ellerinde bir çocuk figürü. Anıtın adı “10 Ekim Annelerin Çığlığı”. Anıtı yapan kişi, aynı Garın önünde 45 yıl önce yapılan Nasreddin Hoca Anıtının da mimarı ünlü heykeltraş Metin Yurdanur da alanda bir konuşma yaparak anma törenine katıldı. Barış Derneği yöneticilerinin hazırladığı programa çok sayıda siyasi parti yönetici ve üyeleri, demokratik Kitle Örgütü yöneticileri, Sendikalar ve yoğun bir şekilde vatandaşlar katıldı. Ortak görüş, bir an önce adaletin sağlanması ve gerçek suçluların yargı önüne çıkarılma düşüncesi oldu. Demokrasi Meydanı adı verilen alanda, insanlar her yıl daha da kalabalık olmalılar. Yere düşen sonbaharda ağaç yaprakları değil, yere düşen bizim insanımız, evlatlarımız…