İlkeli, namuslu ve cesur olmanın her zaman bir bedeli vardır. Zamanı gelince de ödenir. Usta gazeteci Uğur Mumcu için de çok ağır oldu bu bedel.
Çankırı Astsubay Okulu’n 3’üncü sınıfında,18 yaşındaydım. Okul öğrenci dinlenme gazinosuna gazeteler gelirdi ve aralarında her ne hikmetse Cumhuriyet gazetesi de gelirdi. O günlerde 80 darbesinin ideolojik zihniyeti askeri okullarda hakimdi ve sol gazetelere sıcak bakılmazdı. Zaten taliplisi de olmadığı için ders arasında gazeteyi rahatlıkla ben okurdum. Sosyal ve siyasal olaylara duyarlılık şimdi olmadığı gibi o zaman da sınırlıydı. Uğur Mumcu favorimdi ve heyecanla okurdum yazısını.
24 Ocak 1993,Sömestr tatilinin ilk Pazar günü korkunç katliamı öğrendik televizyondan. O günlerde internet henüz evlerde yoktu. Yarı yıl tatili için Ankara’da idim. Büyük bir boşluk yaşamıştım. Devrimciler hedefteydi ve faili meçhul bir çok cinayet vakaları oluyordu. Yaşamını araştırmaya adamış ve devrimci mücadelede şehit olmuş bu değerli şahsiyetle aynı askeri alanı paylaştım O’ndan yıllar sonra. Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay eğitimi alırken “Sakıncalı Piyade” ünvanını almıştı. Ben de yıllar sonra aynı okulda Astsubay eğitimi alırken, yine her ne hikmetse bu okulda serbest bir şekilde satışına izin verilen bütün kitaplarını alıp okuma şansını yaşadım.”Tariakat-Siyaset -Ticaret” en çok ilgimi çekendi. Ama O artık bir basın şehidi idi.
90’lı yılların gazetecisi onurlu, yürekli ve namusluydu. Şimdiki fırıldaklar o zaman da vardı ama itibar görmüyorlardı. Şimdi daha çok onlar itibar görüyor. Bu günlerde yaşadığımız cemaat ve tarikat tehditlerini o zaman haykırarak söylüyorlardı ama derhal sesleri faili meçhul bir şekilde kısılıyordu. Yıllardır süren PKK ve dinci terörün bağlantılarını gün yüzüne çıkarıyorlardı, bu durum birilerinin hoşuna hiç gitmedi.
O büyük adam bağıra bağıra şunu söyledi: Hangi iktidar din sömürüsüne sığınmışsa, mutlaka yıkılmıştır. Bedelini de ölümle ödedi.